ÖNERİ!

Tripping in Europa serisini Milan dan itibaren yukarıya doğru okumanuz önerilir. Sırayla yazdığım için sondan başa doğru gidiyor blogta. =)

15 Şubat 2009 Pazar

Ebling in Vienna series Volume 4

Yoğun geçen haftanın sonunda birikmiş bir sürü ebling macerasıyla döndük. İnternet ağında yapılan bakın nedeniyle bi süre ara vermek durumunda kaldık. E uzun zaman geçince haliyle bir sürü anlatıcak şey birikti. Sağ baştan saymaya başlayayım o zaman =) .
Bu arada artık ebling macerlarının yanına birde "Vini-Vidi" (geldim gördüm) maceraları eklenicek. Vici (yendim) kısmı yok onu zaten en başta söylemiştim "-Ulen Viyana sen mi büyüksün ben mi ... ... senin!" diye.
neyse efenim gelelim ebling macerlarımıza;
Bu hafta oryantasyon için okula gittik. oryante olmuşuz haberimiz yok. Adam anlattı; biz e bunu biliyoruz, e bunu da biliyoruz, e bunu zaten biliyoruz diyerek geçirdik. Bilmediğimiz şeyleri zaten onlarda bilmiyormuş. Oryante olmuşken oryantasyona gitmişiz haberimiz yok neyse efendim. Ordan çıktık ve bi okulu gezelim bakalım diyerek Türkiye'deki okullarda adı genelde sosyal merkez ve benzeri olan içinde klüp odaları yemekhane sergi alanları konferans salonları falan olan burdaki adı Freihouse olan yere gittik. gezinirken üst katlardan baya kalabalık bir grubun sesi geliyordu bizde gidelim bakalım dedik. Matematik projelerinin sergisi varmış. Baya başarılı bir sergiydi volkanik hareketlerden oluşan sıcaklık ve bunun daha soğuk havayla karşılaştığında oluşturduğu hava akımını kullanarak atmosferdeki zehirli gaz arıtımını sağlayan sistem kurma gibi yüksek frekanslı projeler vardı. Ama burda konumuz bu değil. Bu serginin kokteyli vardı biz gittiğimizde. İçkiler, mezeler, tatlılar falan gırla yani. Bizde çok ilgili ikili olarak bütün projeleri inceledik. Biz incelerkende sürekli ikram geldi. Baktık ki gelmiyo biz onlara gittik. Bir öğünü yüksek frekanslı projeleri inceleyerek ve süper bir genel kültür edinerek fevkalade bir şekilde geçirmiş olduk böylece.
Dönüş yolunda biraz yürüyüş yapalım dedik. Bedava ulaşıma o kadar alıştık ki artık yürüyen merdiven olmayan yerlerden bile çıkmıyoruz. Neyse okuldan Museum Quarter a kadar yürüdük. Oraya kadar gelmişken bir gezelim dedik. Herzog & de Meuron un yaptığı Museum Moderner Kunts (Modern Sanatlar Müzesi) ta biraz gezindik. Oldukça başarılı cephesini incelerken ya abi bu malzeme ne ki falan derken malzemeyi şöyle bir yokladığımızda (gaz betonmuş bu arada alicanı hemen uzaklaştırdım hercules mazallah kırar falan) her bir panelden farklı bir ses duyduk ve hemen bir proje geliştirdik. Yeni deneysel bir bina cephesinde ses üretimi gibi bir proje yapabiliriz.
           


         


Geri dönüş yolunda yine erkenden kapanan marketlerin son saniyelerine yetişerek gerekli erzak desteğimizi aldık. (24 lü rack halinde bira, cips, nutella, ekmek=)) Bu gidişle duba olucaz galiba bakalım ama bizim yapabileceğimiz bişi yok su çok pahalı. 
İnternetsiz geçen gecelerde yeni bir alışkanlık edindik. Film zamanı. Her gece en az bir film izliyoruz. Yanında full bira dolu dolaptan bir bira alıp tabağa koyduğumuz cipsleri de peteğin üzerine koyup sıcak sıcak cipsle sefa pezevenkliğine doymuyoruz.=) 

Ve artık şehir ulaşımına hakimiz. En başta oldukça karmaşık görünen ulaşım aksı şehir planı kafamızda oturmaya başladıkça artık oldukça basit olmaya başladı. İstanbul çocukları olarak daha hızlı ulaşım yollarını hemen buluyoruz tabi artık. Bizim lineer metro hattımızla (metro olmayan metro hattımızla yani) bu metroyu karşılaştırmam bile ama.


Gelelim iğneli fıçıya. Sonunda Viyana da gençlerin de var olduğunu (az da olsa) ve bunlarında eğlendiğini öğrendik. Bir gün kapıyı biri çaldı, beyaz tavşanı izle dedi, yok dur öyle bulmamıştık. Alican'ın burda olduğunu öğrendiği bi arkadaşı elimizden tutup götürmüştü. Hah tamam şimdi oldu. Neyse efendim. Köprü altı tabirinin gerçek karşılığı bir yerde hakkatten köprünün altında yani Flex diye bir mekan bulduk. Buranın başarılı mekanlarındanmış. Mekan tasvirini şu şekilde yapabiliriz. Viayana'nın Dirty'si. Tabii ki her açıdan daha kalitelisi. İstihtab haddinin aşılması sonucu radara yakalananlar sahalarda görmek istemediğimiz haraketler yaşattı. Ama geçti gitti. Olur böyle. Gerekli güvenlik önlemleri alındı. 

Bir de yılların saçmalığı sevgililer günü konsepti (hiç bişeyin günü mantıklı değil zaten o başka) burda daha bir duygusuz. Herkesin elinde saçma sapan yapma çiçekler falan var. İnsan nerde bizde çiçekçi çingenelerin sattığı güller diyor. Romantizmi bile yoksa ne anladım ben bu saçma sapan günden. Zaten anlamsız olan bir konsepti iyice anlamsız hale getirmişler, tiksindim.
 


Bu arada Balkanlara giden soğuk hava dalgası burayı kırdı geçti öle gitti. Tipi, kar, fırtına... Meğer burda da trafik kazası oluyomuş, trafik kitleniyomuş. Şaşırdık! 
to be continued...

8 Şubat 2009 Pazar

Ebling in Vienna series Volume 3

Disgusting!!! - Varan 1: Offff... Böyle bişey olamaz. Burdaki housing kurumu beni öyle bir odaya verdi ki, toplamda 5 saniye kalabildim. Afrikalı bir abimiz artık nasıl bir pislik içindeyse odada tarifsiz bir koku tabii ki direk kapıyı suratına kapatıp kaçtım. (Bir daha da gitmedim. Kuruma durumu anlattım temizlikçi gitmiş, kokudan kendinden geçmiş, hemen akabinde elemanlar 50€ ceza yemiş o derece) Result: Bir titizseniz  Asyalı ve Afrikalılardan uzak durun
Disgusting!!! - Varan 2: Her yeri saran Türk büfecilerimizden (şaka gibi görmeniz lazım her köşe başındalar çok yoruyolar) - (gece açık olan tek yiyecek mekanı malesef bunlar ama) gece açıkıp hot dog denemesi. Tabii ki domuz etli ve tabii ki berbat. Result: Damak tadınız hassassa ağır şeyleri kaldıramıyorsa denemeyin.
Disgusting!!! - Varan 3: Şikayetten sonra geldiğim yerde aynı katta kaldığım Bangladeş'li iki elemanın hergün yaptığı garip etli ve içinde zilyon tane baharatın soğan sarımsak gibi bir dünya koku elemanın bulunduğu berbat yemeğin temizlik anlayışı olmayan bu tayfanın hiç bir temizlik ve havalandırma yapmaması sonucu bütün koridoru kaplayan koku. Result: (bkz: result 1)
Disgusting!!! - Varan 4: Önü
müze gelen ilk ulaşım aracına binip gezip görme konsep
tli turumuzun sonunda geri dönüş yolunda her metro istasyonunda olan yine Türklerin işletimi altına olan Kebap-Pizza lardan birinde farklı görüntüsü nedeniyle denediğimiz bulamaç şeklindeki döner. Aman aman sakın haaaa. Biz yaptık bir hata kalp, damar, miğde vs. vs. sağlığınız için uzak durun. Result: (bkz: result 2)

Bunlar ilk 4 gün için başımıza gelen kötü şeyler. Şimdi gelelim iyi olanlara.
Viayanadaki 3. günümüz, mesayi günü, baya bir 
yeni olduğumuz bir an yani. Erman bizi yanlız bırakmış biz ilk defa yalnız kalmışız tüm gün ordan oraya koşuşturup işlerimizi halletmişiz falan ama tüm bu koşuşturmaca içinde gazı alıp akşam için konser planı yapmışız. Baya hızlıyız yani. Neyse efenim akşam kısa bir dinlenmenin ardından giyinip kuşanıp hiç bilmediğimiz bir yerde olan konsere doğru yola çıktık. Haritadan adresi yaklaşık olarak bulup gerekli güzelgah üzerinde yolculuk başladı. Yer hakkında pek bir fikrimiz olmadığı için ve hala güzel ülkemin alışkanlıkları girişte kuyruk olur falan filan gibi faktörleri göz önünde bulundurarak biraz (bunun biraz değil yaklaşık bir buçuk saat olduğunu sonradan anlıycaz) erken çıktık yola. Neyse efenim biz algılayabildiğimiz kadarıyla ulaşabildiğimiz son noktaya ulaştık fakat hala konser alanına ulaşamadık ve yolda gördüğümüz bir iki kişinin de yer hakkında en ufak bir fikri yoktu. Biraz umutsuz halde bir ileri bir geri voltalarken yolun karşı tarafında tam konsere gidebilecek tipte birini gördük. Tabii ki bu fırsat kaçmaz arkasından koşup yetişip konser a
lanını sorduk. Ve işte o inanılmaz cevap: Yeeeaa i now. i am going there. come with me. Aman allahım öyle tarifsiz mutluluk içindeki halim Türkçeye çevirmeye yok mecalim deyip; really! ohh finally. we ask some people but no one knows that place! we r gettin dispairing. bla bla bla... neyse yolu bilen abimizle yol boyu devam eden yolumuz sırasında abimiz
 konserde çalacak olan gruplardan birinin gitaristi olduğu öğrenilir ve hemen akabinde gelen teklif aklımızı başımızdan alır. Bilet almadıysanız davetlim olarak gelebilirsiniz. 
- .... (alican bakar)
- .... (ben bakarım)
yeeeess. ve böylelikle Viyanadaki ilk konserimize bedava girmiş olduk.
*Konserle ilgili bir iki detay: Konser alanını önce fabrikaya benzetmemiz ve galiba nazilerin fırınlarından biri falan diye düşünmemiz, fakat daha sonra mekanın eski bir genelev olduğunu öğrenmemiz. (metal konseri için inanılmaz bir tercih) Bütün duvarlar grafitti olması. Konser asla bizdeki gibi değil, söylenen saatte kapı açılması ve konserin başlaması. Oldukça ateşli bir konser olmasına rağmen muhteşem havalandırma sistemi sayesinde bir gram terlemememiz ve zerre sigara dumanı olmaması. Hiçbir kavga gürültünün olmaması. Grupların inanılmaz başarılı olması. Ses sistemlerinin muhteşem olup tüm enstrumanları duyabilmemiz.

Bir diğer güzel şey ise şu an kaldığımız odanın çok güzel ve temiz olması. Ayrıca Tuna Nehri manzarası da inanılmaz. Bira
nın sudan uçuz olması sebebiyle dolabımızın bira dolu ve manzaraya karşı keyif yapabiliyor olmak master card reklamının sloganını hatırlatıyor. Bu keyfi yaşamak paha biçilemez...



























to be continued...

6 Şubat 2009 Cuma

Ebling in Vienna series Volume 2

Viyana'da ilk akşam. Yol yorgunluğu olur değil mi normalde! Yok abicim; kaotik memleketimiz İstanbul'u geride bırakıp ne idüğü belirsiz (zamanla aslında fazla belirli olduğunu anlıycaz) bir doğu bloğu şehri. Biri doğu blogu mu dedi? Hayır! Aslında şehir konuşuyor. Hatta bas bas bağırıyor. Nedense çok gerginim. Berbat bir psikolji içine girdim. Geri dönmek istiyorum ama dönemeyeceğim ve dönmemem gerektiği kesin. Kendimi "The Pianist" filminde Wladyslaw Szpilman gibi "Schindler's List" te gibi hissetmeye başladım ve tarifsiz psikozlar içinde buldum. Her an blok blok dizilmiş kalın duvarlı, çift kat pencereli, monoton, heybetli ama soğuk binalardan bağıra bağıra biri çıkacak ve hemen arkasından bir nazi subayı onu elinde silahıyla koşturacak ve hatta gözünü bile kırpmadan oracıkta yolun tam artasında vuracak ..... Offf! Bu nasıl bir hava. Önce hava soğuk diye taktığım atkı beni boğuyor sanıyordum ama ne kadar gevşetsemden hala aynı hava beni boğmaya başlayınca anladım ki mevzu başka.  Kendimi bu psikozdan kurtarmam lazımdı. Uzun süren bu daralmalardan sonra birden bir metro durağının tünel yolunun cephe kaplaması beni bu psikozdan birden uzaklaştırdı. Oooohh.. Ohh beee.. Ohhh! Gördüğüm şey beni kısa bir anda The Pianist filminden alıp Amadeus a götürdü. Barok dönemim göbeği. Klasik müzik ama bu defa katlim değil. Bir anda faşist nazi karakterinden müziğin kalbi ambiyansına büründü şehir gözümde. İhtiyacım olan şey buydu. İyi geldi. Oh! 

Şehrin iğrenç doğu bloğu psikolojisinden kendimi yeni kurtarmıştım ki; gelirken almadığımız bir kaç ihtiyacımızı almak için Türk mahallesi'ne gittik. Niye gittik ki! Zaten aylardır gördüğüm manzaralar yüzünden, doğru gitmeyen düzeni, saçma sapan olayları, adaletsiz adalet sistemi, kendini eğitememiş eğitim sistemi, sağlıksız sağlık sistemi, var olan bütün birikimini hiçe sayıp bitiren asimile olmuş kültür varlığı ile beni iyice kendinden soğutan sözüm ona Türk lerin burda da kendilerini belli etmeleri gerekiyordu sanki. Aman Allahım! Geldiğimiz günden beri karşılaştığımız düzen, temizlik, sessizlik, saygı.... Ara ki bulasın. Pazar yerinde bağıranlar, ışık dinlemeden kendini arabaların önüne atanlar, yüksek sesli müzikle geçen arabalar, kendi vatandaşını kazıklamayı kendine görev ad edenler... Görmeden bu böyle olmamalı bizde bi yanlışlık var diyordum.  Doğrusunu gördüm, bu doğrunun içinde hala yanlışa koşan ısrarcı tutum beni benden aldı. Bir kez daha: Olmuycaz biz!
to be continued...

4 Şubat 2009 Çarşamba

Ebling in Vienna series Volume 1


Viyana semalarına doğru yeni ufuklar, yeni maceralar, yeni tecrübeler, yeni yeniler görmek üzere berbat bir dönemi geride bırakıp, binbir dereden su getirip psikolojiyi bozduktan sonra hava alanına geldiğimizde ailemiz ve arkadaşlarımız eşliğinde duygusal ve mutlu bir uğurlama ile ayrıldık devlet-ül âlâ dan. Gitmeye hazırlanırken ne götürsem derdi daha sonrada bu bavul çok ağır oldu derdi gerdi gerdi. Bir yığın kontrollerden geçildi. Free shoptan gerekli alışveriş yapıldı. Derken "kâh çıkarım gökyüzüne
seyreylerim âlemi, kâh inerim yeryüzüne seyreyler âlem beni" demek üzre yerden 10360 metrecik havalandık. Bulutların üstünde aşağıdaki havadan bi haber pamuk ülkede süzüldükte süzüldük. Kaptan pilot konuştu, hostesler servis yaptı, müzik dinlendi derken iki buçuk saatlik bir yolculuktan sonra karlarla kaplı bir tarlaya indik. Hayallerdeki Viyana imajı birden tehlikeye girdi. Atatürk Hava Limanı'na göre oldukça sessiz ve bence küçük bir hava limanında bizi karşılayan arkadaşımız eşliğinde Viyana yollarını aşındırmaya başladık. Bir banliyö treni bizi merkeze götürdü. Sonra bir tramvay bizi gideceğimiz sokağa kadar götürdü. Raylardan ayrılmayan bu yolculuk olabildiğince hızlı sorunsuz ve planlı görünüyordu. Yediğimiz içtiğimiz bizim olsun gördüklerimi anlatıyorum arkadaşım. (duydum ki anti kilişe timi yoldaymış aman abi bu seferlik affedin). Alelade geçiştirilen kahvaltı sonrası ver elini Viyana strasse leri dedik ve atladık tramvaya. (yürümek yok arkadaşım nasıl bir iştir anlamadım). Viyana'ya daha önceden gönderdiğimiz bizi hava limanından alan arkadaşımız eşliğinde şehr-i Viyanayı tavaf etmeye başladık. Ama garip bi durum vardı ki ortalıklarda görünen kimse yoktu. Ne bir araba ne de insanlar. Gördüğümüz bir kaç kişiyse kendini alışveriş merkezlerine süper marketlere atıyordu. Ve o malum soru geldi...
- .......? (sessiz sinema gibiydik Alican bana ben ona bakıyordum ve mimiklerle sorulan sorunun tercümesi şuydu; abi noooluyo yaaa? Nerde olum bu insanlar? Herkes neden alışverişe tutuluyo? Abi nedir? )
Evet bu soruların hepsi sadece bir bakışla soruldu. Daha sonra karşılaşacağımız garipsemeler içinde bu durum defalarca olucaktı ve böylelikle "EBLING in VIENNA" maceramızın ilk eblemesini geçirmiş olduk.
- puhahahahaskdlancwercmkşasccşqarfc...!!! (durum karşısında Erman'ın -hikayenin başından beri bahsettiğim bizi alan ve bahsi geçen gezide bize rehberlik eden aso insan- kahkahaları)

to be continued...