ÖNERİ!

Tripping in Europa serisini Milan dan itibaren yukarıya doğru okumanuz önerilir. Sırayla yazdığım için sondan başa doğru gidiyor blogta. =)

4 Mart 2009 Çarşamba

Ebling in Vienna series Volume 5

Sanırım bu defa biraz uzun olucak. Geçtiğimiz 2 hafta boyunca oldukça darlandık, dağıldık, şaşırdık, sevindik, gezdik özetle baya ebledik. 

Bahar döneminin başlaması artık bir nebze daha hareketlendirdi Viyana'yı. Nerde bu insanlar sorusu cevabını bulmaya başladı. İlk Erasmus partimize gittik mesela. Club Chiff diye bir yer. Aslı evvelinde tekne olan mekan Tuna Nehri kenarına demirlemiş. (demirlemiş derken ciddiyim yani bildiğin kıyıya kaynaklamışlar milim oynamıyor) Başta mekan yine her zaman ki gibi oldukça sakindi ve kısa süreli bi daralma yaşadık. Ama neyse ki kısa zamanda dolmaya başladı. Sonunda yeni birileri... Şükürler olsun! Nese efenim bu tekne gecenin sonuna doğru istihtab haddini aştı ve nefes alınamaz hale geldi. Parti Erasmus partisiydi ama ortam kovalayan yurdum insanı - affınıza mahcuben - Aha hatun! teması altında burdaki saflarda da yerini almış ve gerekli darlamayı göstermekten hiç çekinmemiş. Erasmusla hiç bir ilgisi yok hatta bırak Erasmusu öğrenci bile değil. Bitsin! (nasıl bitiçekse) Bunun dışındaki akşamlarımızsa evlere şenlik. Elimizde biralar mutlaka abur-cubur ve Oscar adayı filmler. Pardon Viyana'ya ne için gelmiştiniz anlayamadım. Nasıl anlayalım ki? Direk olarak olay aynı evde yaşayan iki devlet memurunun maceralarına döndü bile. Alışveriş en ucuz yerden yapılsın, en ucuzundan alınsın, aman dışarda para harcanmasın... İmkanlar kısıtlı olunca İstanbul Viyana Madrid hatta Mardin ne farkeder. 

Neyse okulun açılmasına da az kaldı diyerek hele bir derslerimizi de seçelim dedik. Sistemi bir öğrendik ki aman allahım. 13 ders aldık bir dönem için. Ama dersler öyle ki Prof. amca demiş ki; ya ben bu dersi bir günde hadi bilemedin 2 3 günde anlatırım sona da herkese uğurlar olsun. Ders programına koymuş 2 3 ders bi de sınav sözlü proje neyse bitirmiş olayı. Bilemedin ona da üşenmiş demiş ki ben bir konuk çağırayım o konferans versin sonra bunları ilkokul günlerine geri döndürüp sorayım. "Okuduğumuz anladık mı? Cevap verelim." Hal böyleyken bir ders programı çıktı ki önümüze haftada en fazla 5 ders var. Hergün 1 bilemedin 2 ders. haftanın yarısı boş. Ha buna proje falan eklenecek ama ne yapsan nafile. 

Mart ayının başına kadar bir de yakalanma psikozuyla uğraştık. Daha önce heryerde raylı sistem herşey dakik heme geliyo ve bilet falan da alan yok diye bahsettiğim Viyana ulaşım sisteminde bilet konusunda bir yeni durumla karşı karşıya kaldık. Dönemlik kart uygulaması denen bir durum var. Eylül-Ocak ve Mart-Haziran arası uygulanan. Şubat ayının sonun doğru da dönemlik karta geçiş öncesi buranın İETT si yani WienerLinien elemanları araçlarda bilet kontrolüne çıkarmış. Olası biletsiz yakalanma 80 euro kayıp demek oluyo. E dönemlik biletlerin haricindeki normal biletlerde pahalı olduğu için malumatınız olacağı üzere kaçak seferi olarak takılma mecburiyeti oldu. Ama böyle bir psikolojik baskı olamaz. Alicanla otobüse trene binen herkesi süzmeye başladık. Bu kürklü bişi olmaz, bunda kot pantolon var rahat ol, eyvah bunda polar mont lacivert pantolon var düğmeye bas inelim :( falan. Neyse ki yakalanmadan atlattık. Her cent bizim için bu kadar değerliyken 80 euro heralde olay olurdu. 


       

Alışverişi, yemesi içmesi pahalı olunca abi gezmeye de para almazlar heralde diyerek yolları ve tabanlar aşındırmaya başladık. Yola çıkıp kafamıza göre gezmelere başladık. Bir iki kaybolur gibi olduk ama fazla düzenli bir şehir olduğu için onu da beceremedik. Ama bu sırada yeni turistlere yol tarif eder olduk. Hemen bir örnek veriyim. Buranın en güzel schnitzelçilerinden birini (Figel Muller) soran turiste Alicanın tarifi. Go a head, turn right and right again, its on the right. Puhahahahahsdas :) 

Ve sonunda dönemin sonuna kadar kalacağımız asıl odamıza taşındık. Ama olay tamamen bir 31 mart vakası, ardından da vaka-i hayriye oldu. Taşınacağımız sabah ayrılacağımız odayı kontrol etmek üzere bir görevli geldi. Sabah saat 7:30 ve adam anahtarın arkasıyla inanılmaz irite edici bir şekilde kapıyı çalıyo. Kalkıp ses verene kadar adam dış kapıyı kendi anahtarı ile açtı. Bu defa da iç kapıyı darlamaya başladı. Alican'a kalk çağrılarıma devam ettiğim sırada adam dur durak bilmedi. O sabah sersemliği ile yabancı dil hak getire olduğu için 'keza yatalı daha bir bucuk saat olmuştu' inanılmaz bir tepkiyle adama cevap verdim; Geldik a.q.!  Bir dur! Allah allaaaaaah!!! :) (kesin anlamıştır heralde) Kapıyı bir açtım ki, karşımda 2 ye 5 bişey. (Ney?) O'Neil ın Viyana şubesi. Bir de rapçi falan tarz o biçim. Adam çarşafları darladı, ayağıyla yatağı falan kaldırdı, sürekli almanca bişeyler dedi dedi, aga bizde alamanca nein ingiliş dedikce, '- anam bende de o yok be olsa dükkan senin.' in almancasını söyleyip durdu. Ama öyle bir tip ki zaten ingilzce bilse iki kelimesinden biri fuck biri shit olurdu yani. Nese internasyonel kelimelerden no problem lafını duyup rahatladıktan sonra toparlandık ve odadan ayrıldık. Ayrılmada çantada pirinç torbası elde soğan patates çuvalı metroyu otobüsü kokuta kokuta falan hani öle normal değil yine. Daha sonra yeni odamızın anahtarlarını alıp yola koyulduk. Daha önceden bildiğimiz bir binaydı anahtarlarımız aldık direk 1. kata çıktık numaraya bakılırsa tahminen 1. kattaydı. Numara 9. Birinci kata çıktık daire 1 den 8 e kadar. Neyse deyip 2. kata çıktık ki 10 dan 18 e kadar. Yine her zaman olduğu gibi Ebledik tabii ki :) 1. katta terasta temizlikçileri görüp soralım dedik. Terasta kocaman bir oda var ve o oda da temizlik yapıyolardı. 

Sorduk; - Excuse me! We are looking for room number 9? 

Cevap geldi. - Siz Türksünüz galiba değil mi? Burası.

Ebledik! :) - Högh!

Odaya bir girdik ki oda bildiğin salon salomanj(est) Deri kanape, sallanan sandalye, kablolu tv, 2 masa (biri bilgisayar masası biri çizim masası gibi kocaman) sehpalar, yer aydınlatmaları, masa lambaları ... Hangar gibi bir oda. Bir o kadar büyük olan mutfağa gittik ki kahve makinesi, mikrodalga fırın, cattle, tost makinesi şarap bardaklarına kadar herşey var :) Para aynı para ama lüks son haddinde. Şaşkınlğımızı üzerimizden attıktan hemen sonra yerleşme işleri falan derken akşamı ettik. Tamam lüks suit daire tadında bir dairemiz var ama yiyecek hiç bişey yok. Hemen altın kafes kafasına girdik yani. Günün ironisi kendini aştı da aştı. Biz de ebledikçe ebledik. (Aman sizde ne ebleksiniz beeeee... di mi bencede!) 

Geçen hafta sonu da Viyana da pazar günleri açık yerler falan bulunan ve geceleri dükkanların falan  en geç kapandı Viyana'nın Bağdat Caddesi diye bir benzetme yapabileceğim "Mariahilfer Strasse" ye gittik. Yürü yürü bitmeyen bir yer. Bişeyler yedikten sonra yine biraz yürüdük ve kahve içmek için Segafredo'ya oturduk. "Bitte!" şeklinde başlayan garson diyalogu kahvelerimizi içip hesap istemeye geldiğinde "Buyrun beyler!" e döndü. Fakat artık alıştık bu duruma sanırım. Pek yadırgamıyoruz. (Yadırgamıyoruz ne len! Eblemiyoruz desene sen şuna. Yadırgamıyomuş. Bak bak! ) Viyana fethedileli bizim anladığımız kadarıyla bi 15 yıl olmuş. 

Burdaki asıl olay bu değildi ama. Cadde de bir tayfayla karşılaştık. Üstümüze gelirken şahadet çıkarmaya başladık. Korkudan fotoğraf çekemedim ama anlatmaya çalışayım. Tekrar karşılaşırsak fotoğraflarını da çekmeye çalışıcam ama. Öle etrafa bakına bakına şaşkın şaşkın yürürken karşımızdan 6-7 tane simsiyah uzun deri montlu etekli eteklerinden zincirler falan sarkan kıyafetleri yüzükleri makyajları falan o biçim bir gurup yere kadar olan montlarına eteklerine rüzgar efekti verilmiş gibi savura savura üzerimize geliyorlar. Bir yandan Alican'ı dürtüp bir yandan da eşşedü ennaaaaaa eşliğinde dizlerime hakim olmaya çalışıyodum. Yanımızdan geçip gittiler ama bizim akılda gitti yani. Biraz daha yürüdük ki önümüzdeki sokağın köşesinden bir gurup daha çıktı. Bu defa daha sakin karşılayıp devam ettik. Köşeyi geçip sokağa bir baktık ki, aman aman sanki Cradle of Filth klip çekiyo. Zebani gibi bir sürü tip. yaklaşıp 10-12 yaşında yine simsiyah bir ruhban kendisinin 2 katı kadar bir kızı darlıyo falan. Çok merak edip sokağa girdik. Takıldıkları yere bir baktık ki bilenler bilir Taksim deki Uçan Ev gibi bir yer. Direk nargile kafe gibi bişey yani. Bakalım bir ara tekrar gidip bakmayı planlıyoruz. Cesaret edebilirsek. 

Son olarak okul başladı. Pazartesi günü ilk dersimize gittik. (ilk ve son gidişimiz olabilir) Sınıftan içeriye girdik. Orta büyüklükte bir anfi sınıf ve içerisi de gayet dolu. Neyse beş dakika falan sonra ders başladı. Adam barkovizyonla slaytlar yansıtmaya ve bir yandan da anlatmaya başladı. Anlattıkça anlattı. Fakat şöyle bir sorun var. Ders almanca. (ya da sorun bizim almanca bilmiyo olmamız da olabilir orayı tam anlayamadım) Neyse ki yine o internasyonel kelimeler ve bizim aşina olduğumuz bazı kelimeler sayesinde en azından adamın neden bahsettiğini anladık. Şehircilik planlamasında ulaşım ve transportasyondan falan bahsetti. Bakalım biraz umutsuzluk ve mutsuzluk oldu ama bundan sonraki derler nasıl olucak onu da görücez. 

Kısmet! Bazen oluyo; bazen olmuyo! Anlamıyorum! =)

to be continued...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder