ÖNERİ!

Tripping in Europa serisini Milan dan itibaren yukarıya doğru okumanuz önerilir. Sırayla yazdığım için sondan başa doğru gidiyor blogta. =)

13 Ocak 2010 Çarşamba

New Session is Under Construction

Yepyeni hikayeler çok yakında ...

bkz: "grolsch bear"


19 Temmuz 2009 Pazar

Tripping in Europa - LYON


Siena’ dan beri devam eden bol adrenalinli bedava yolculuk planlandığı üzre Lyon’ da bitti. Maddi yada başka bir sıkıntı yaratmamış olması oldukça sevindirici tabii ki. Fransız insanı İngilizce bilmez, gıcıktır, hele polislere hiç dalaşma gibi daha önce aldığım uyarılara rağmen hem trende hem de telefonla arkadaşıma ulaşmak için yardım istediğimde söylenenlerin aksine gayet yardımcı olmaya çalıştı aman bulaşmayın denilen Fransız polisleri.

Barış’ a ulaşıp Kırım-Kongosuz kenemizden kurtulduktan sonra bir gece gezintisi yaptık Lyon da. İlk intiba oldukça güzeldi. Biraz dolaşıp yorulduktan sonra (sanki hiç yorgun değilmişim gibi) eve geri döndük. Barış’ ın enfes menüsüne mukabil (nasıl bir cümle olduysa bir yandan menü bir yandan mukabil :D) uzun zamandır görüşememiş olmanın biriktirdiği muhabbetleri dökdükçe döktük. Erken yatarız yarın sabahta erken kalkar gezeriz geyiğinin ilk ayağını böylece yalan etmiş olduk her zaman ki gibi.

Neyse ki sabah erken kalkma seramonisi yalan olmadı ve erken denebilecek bir saatte kalkıp gezintimize başladık. Barış’ ın meraklı olması Lyon tarihçesini öğrenmiş olması oldukça faydalı oldu bu gezi sırasında. Hemen edindiğim bilgileri paylaşayım efendim:

Lyon’ un evveliyatı ipekçilik ile geçinen Fransız köylülerine dayanırmış. Köylülerin en büyük geçim kaynağı ipekçilik olduğu için, kış ve bahar mevsimlerinde yağmur dolayısı ile böceklerinin ve dokudukları ipeklerin sudan zarar görmesi onları zır duruma düşürümüş. Köylüler bu duruma bir çare olması amacıyla evlerini tünel benzeri yollarla birbirine bağlamış. Şehrin merkezinden gördüğünüz bir kapıdan girerek oldukça uzaktaki yamaçlardaki evlere kadar ulaşabiliyorsunuz. Bu durum şehrin mimari yapısını oluşturmuş.








Antoine de Saint-Exupéry - Küçük Prens






Şehir bu bahsettiğim evlerin olduğu eski şehir ve eni yapıların yer aldığı yeni şehir olarak iki ayrı kısımdan oluşuyor. Eski Lyon da zamanla kafayı kırmış oldukça ilginç benim baya beğendiğim bir kilise daha doğrusu katedral var. Cathédrale Saint-Jean-Baptiste de Lyon. Kilise her anlamda zaman ve türevleri konusunda ilginç atraksiyonlarla dolu. Güneş saati, ay saati gezegenlerin hangi gün hangi saat ve hangi dakikada hatta saniyede nerede nasıl görüneceği gibi bir sürü astrolojik bilginin elde edilebilineceği bir saat var katedralin içerisinde. Saat her saat başı ve yarım saatlerde oldukça güzel melodiler ve ilginç mekanik hareketler eşliğinde çalıyor.



Cathédrale Saint-Jean-Baptiste de Lyon

Cathédrale Saint-Jean-Baptiste de Lyon - Saat

Benim açımdan oldukça ilginç ve çok şanslı bir olay da Lyon minyatür müzesini görmem oldu. Starwars taki ropot arkadaşımız R2-D2 nin filmed kullanılan orjinal maketi ve ışın kılıcı başta olmak üzere, V for Vendetta nın filmed kullanılan orjinal maskesi, Terminatör filmindeki Arnold Schwerzenegger’ in yarı insane yarı robot görünen yüzünün maskesi, ayrıca Les Perfume (Parfüm) filminin orjinal sahne dekor maketleri gibi bir çok maketin içinde bulunduğu ayrıca bunlardan ayrı binlerce birbirinden güzel maketin olduğu bir müze.

Minyatür Müzesinden;



Das Perfume seti

V for Vendetta - orjinal maskesi













Fourvière Kilisesi Lyon’ u tepeden seyreden krallık zamanında soylu zenginlerin malikanelerinin ve avlanma bahçelerinin bulunduğu şimdilerde ise yine zengin ailelerin müstakil evlerinin bulunduğu bir alanda tüm heybeti ile duruyor. Bilenler bilir bilmeyenlere de şimdi ben anlatayım Fransa özellikle de Lyon ışık ilistrasyonları konusunda dünyada en iyilerden biridir. Bunun sebebi oldukça eski bir dönemde, Lyon veba salgınından kırılmaktadır ve buna bir türlü çözüm bulamazlar. Durum her geçen gün daha kötüye gider. Çaresiz kalan halk bu kiliseye çıkar ve mum yakarak bu beladan kurtulmak için tanrıya dua ederler. Bu olaydan kısa bir sure sonra şehirde veba son bulur. Lyonlular ışığın kendilerini beladan kurtardığına inanır ve o yıllardan beri her yıl Kasım – Ocak ayları arasında ilk zamanlar mumlarla şimdilerde ise ışık festivali olarak devamını getirdikleri gelenekleri ile şükranlarını sunarlar. Bu festivalin adı Fête des Lumières (Işığı anma).





Lyon Antik Tiyatrosu



Lyon ayrıca Vélos de Ville yada City Bikes olarak bilenen şehirde belirli yerlere konulan istasyonlardan alınan belirli bir zaman dilimine kadar ücretsiz yada cüzi ücretlerle sağlanan şehir bisikleti uygulamalasını dünyada ilk uygulayan şehir. İlk olmasına şehirdeki diğer tüm mataryaller gibi (çöp kutuları, bilet otomatları, turnikler, tramwaylar, oyun parkları, banklar, vs.vs.) rağmen oldukça işlevsel ve tasarımsal. Tam bir tasarım şehri.

Bu güzel bilgilendirici geziden sonra yorgunluğumuzu atmak için eve gittik. Yine bir Fransız klasiği olan rokfor ve emmantel kaşar eşliğinde leziz bir şampanya ile yurgunluğumuzu attık.

Ertesi gün sabah yine erken başlayan günde once ilk defa yapacağım bir yolculuk için rezervasyon yaptırmak için tren garına gittik. İtalya Interrrail Pass im ile Fransa’ da Lyon dan Paris e 3€ ya rezervasyon yaptırdım. Rezervasyon için sırada bekleniyor normal olarak. Bende bekleyip yapmıştım. Benden sonra gişe görevlisi gişeyi kapatıştı. Fakat ben soracağım birşeyi unutmuştum. Tekrar sormak için bu defa gişe kapalı olduğu için sıraya girmeden görevlinin yanına gittim. Bunu gören güvenlik görevlisi hemen olaya müdehale etti. Neyse ki görevli olayı izah eder bir hareketle güvenlik görevlisini uzaklaştırdı. Tren o gün öğleden sonraydı. Zaman kısıtlı olduğu için kısa br gezinti yapıp bir kaç hatıra eşya aldık. Bu sırada SuperRock adında öksüz doyuran cinsten bir sandwich yiyerek bir ara verdik. Bu arada yorgunluktan ve muhabbetin koyuluğundan zamanın nasıl geçtiği anlamadık. Trenin kalkmasına 15 dakika kaldığını anladığımızda tüm o ağır hareketler birden coştu ve Trene son anda yetiştik. Veda faslını dahi trenin kapısında ben trenden Barış peronda durarak yaptık.

4 Temmuz 2009 Cumartesi

Tripping in Europa - ONE WAY TICKET

19:18 Zar zor stres içinde Floransa trenine yetiştim ve bindim. Güzel! =)
20:54 Floransadayım sorun yok!
21:18 Milan a Eurostar treni varmış ama bizde para ve rezervasyon yokmuş. Olsun kısmet diyoruz ve biniyoruz. =) Şimdilik bir sorun yok.
22:18 Bolonya ya vardık. hala bir sorun yok. Ama bu sırada rezervasyonum olmadığı için koltuklar dolu arada vagon giriş holünde oturuyorum ve bir eleman benden sürekli 1 € istiyor.
22:25 Bolonya dan hareket ettik sorun yok.
22:50 Bilet kontrol. =( Rezervasyonum olmadığı için 22€ istedi. Cüzdanımdan 30€ çıkardım buyrun bu son param başkada param yok dedim. Neden falan dedi adam, adam dediğim de genç belki bende 5 yaş falan büyük biri. İşte Floransa hostelde kalıyodum öğrenciyim geziyorum. Hostelde cüzdanımdan paramı almışlar. Lyon da arkadaşım var ona ulaşmam lazım. Ona ulaşırsam o bana para vericek bende Viyana' ya okuluma dönücem falan diye senaryo yazdım. O sıra konuşurken diğer görevliler geldi, ne oldu falan diye sordular. Bizim genç durumu anlattı, onlarda tamam o zaman boşver alma dediler. Bizim genç kontrolcümüzde; OK! Doesn't matter, diyerek olayı çözdü. Kendisinden tren bilgileri falan da aldık. İnsancılmış sağolsun. Yolculuk hala bedava. Sorun yok!
23:28 Milan' a indim. 10 dakika içinde yataklı tren varmış perona doğru koştum.
23:35 Aynı şeyleri anlattım fakat şef Nuh dedi peygamber demedi, beni trene almadı. 75€ istedi. Bende 30€ varken 75 i nasıl vericeksem artık.
23:40 İstasyondayım. Bir sonraki tren ertesi gün öğleden sonra ikide. Ben gezinin ilk günü Milan dan ayrılırken Milan' da istasyonda kalacak arkadaşlar vardı. Onlardan birini arayıp o gün ne yaptıklarını sordum. Bana tekrar hostele döndüklerini söyledi. Bende son otobüse yetişerek hostele gittim.
00:25 Hosteldeki çalışanlarla tatilin ilk günü kurduğumuz muhabbetten hatırladılar beni. Fakat yerleri yokmuş. Ama hostelci arkadaş bir iki telefon ederek olayı çözdü daha sonra iki kişilik normal odalardan birini bana dorm olarak açtı. Rahat rahat, yayıla yayıla kaldım.
Ertesi gün;
10:30 Hostelden ayrıldı. Tren istasyonuna gidip çantalarımı bıraktım. Trene rezervasyon yaptıramadım. Daha önce geldiğimde göremediğim için Da Vinci' nin Last Supper' ını görmek için Santa Maria del Grazie Kilisesine geri gittim. Ama girebilmek için önceden rezervasyon yapmak gerekiyormuş. Dolayısı ile göremeden geldim. Trene az bir zaman kaldığı için istasyona geri döndüm. Dönüş yolunda son İtalya hatıraları olarak lazanya ve dondurmamı da yedim ve istayona vardım.
16:00 Trenin şefini buldum. Aynı hikayeyi ona da anlattım. Önce kabul etmedi. Bende acitasyonun dibine vurdum. Siz almazsanız burda kalıcam, beni ülkeme geri göndeririler, benim Viyana' ya dönmem lazım falan. Binbir dille sonunda şefi ikne etmeyi başardım. Bana benim için tamam sorun yok ama fransız kontrolörler ne yapar bilmem dedi. Fransa sınırında duruma bakıcaz.
18:35 İtalya nın sınır şehri Bardonecchia ya vardık. Sabah Milan da hava 30 dereceye yakındı ve günlük güneşlik ver hava vardı. Heryer yemyeşil t-shirtle falan dolaşıyorduk. Burda dağların tepesi karlı, hava inceden yağışlı falan. Ülke değişirken mevsim de değişiyor.
20:45 Grenoble dan sonra görevli değişimi oldu. Trene fransız polisleri bindi. Herkese pasaport kimlik kontrolü yaptılar. Bana yapmadılar. =) Muhabbet falan ettik adamlarla. Bu arada yine vagon giriş holünde oturuyorum. Karşımda oturan bayanın dediği gibi şanslıyım sanırım. Fransız kondüktör geldi. İngilizce bilmiyormuş, rezervasyonun var mı dedi. Yok dedim. Peki şuraya otur sonra gelicez dediler. Sonuç ne olacak görücez.
21:00 Genç bir arkadaş telefonla konuşmak için perondan çıkıp araya bizim yanımız geldi. Önce konuşmaya Fransızca başladı sonra Fransızlar İngilizce bilmiyor geyiğinden yararlanmaya çalışarak konuşmasına İngilizce devam etti. Ama hareket baya yanlış oldu. =) Ne muhabbetler, ne muhabbetler arkadaştan.
21:35 Tren Lyon' a geldi. Hiç bir sorun yok.
22:40 Lyon' a merkeze geldim. Fakat telefon yok. Kamu telefonları da para kabul etmiyor. Bende Fransızca, Fransızlarda İngilizce yok. Bakalım ne yapıcaz.
23:02 Bir güvenlik görevlisi buldum. Adamla konuşmaya çalıştım. Adam biilmiyormuş karısını aradı. Karısı benimle İngilizce konuştu derdimi anlattım sonra o da durumu adama anlattı. Adamın telefonunu kullanarak Barış' a ulaştım.
23:40 Eşyaları bırakıp hemen hastaneye gittik. Yine uzunca bir beklemeden sonra oldukçe eğlenceli bir seansla kenemi aldılar, hatıra olsun diye bir kavanoza koyup bana geri verdiler. =)



Tripping in Europa - PISA SIENA


Lucca da bir gece önce hastaneli oturmalı geç saatlere kadar ayakta kalmanın ardından bir sonraki sabah plan erkenden kalkıp önce Pisa ya sonra da Siena ya geçmekti. Bu sıra dan üçlü seferi tayfasından Tuğyan da bizden ayrılacak ve iki kişi devam edilecekti. Planlı sorumluluk sahibi arkadaşımız Tuğyan sabah erkenden kalkıp trenine yetişmiş ve ayrılmış hostelde bize not falan bırakmış, biz ise planladğımızdan neredeyse 2 saat sonra çıkarak baya alakasız bir saatte 11 gibi falan Pisa ya vardık. O saatte muz ve bira gibi inanılmaz bir menü ile alakasız bir kahvaltı yaparak güne başladık. Sırtımızda yüklerle tarihi bölgeye doğru yola çıktık. İlk izlenim havanın inanılmaz sıcak olması ve bizim aradığımız hiçbir şeyi bulamamızdan kaynaklı olsa gerek hiç de iyi değildi. Info ofisi yine sora sora alakasız bi yerde bulduk. Neyse içeriye girdim. Merhabalar biz işte turistiz bir harita ve bir genel bilgilendirme alabilir miyim dedim. Adam tabii ki dedi. Bu harita işte kule kilise falan surlar burda burdan başkada bişey yok dedi gayet sade bir şekilde. Ben nasıl ya hiç bi numarası yok mu falan diye bir ısrar cümlesi kurdum, adam yok bu kadar daha ne olsun dedi. Ben iyi bakalım ne yapalım falan diyerekten çıktım. Bu sırada ayağımdaki kene hala benimle. Arada yolda gördüğümüz eczanelere girip soruyoruz. Kimse dokunmuyo çok önemli değil ama enfeksiyon kapabilirsin bir an önce hastaneye git diyor. Kimsenin Kırım Kongodan bahsettiği yok.
Biz yolumuza devam ediyoruz ve sonunda kulenin olduğu alana varıyoruz. Bir adet yamuk kule hiç de düşünüldüğü gibi büyük falan değil, bir adet kilise ve bir adet vaftizhane. Kalanı sur ve yine bi takım sur yapıları. Kilise ve vaftizhane yamuk kuleden çok daha ihtişamlı. Kulenin yamukluğu anlamsız bir ün kazandırmş zannımca. Her yere giriş oldukça pahalı. Biz oradayken sanırım bir din görevlileri gezisi gibi birşey var ve bir sürü rahip ve rahibe var. Yamuk Pisa kulesini düşmesin diye tutuyormuş gibi yaparak fotoğraf çektiren insanları görmekten fenalık geliyor. Herşey ticari bir kaynak olmuş ve afrikalıların saldırısına uğramış şehir. Her yer Afrikalı dolu.
Sonuç olarak bir buçuk saat içinde gezintiyi bitirip tekrar trene binip Siene ya doğru yola çıktık.

Tren saatleri biraz alakasız olduğu için bizde 15:30 gibi varabildik Siena ya. Dönüş treni 19:18 de ve açız. Ayrıca bir kaç telefon etmemiz falan gerekiyor. Info ofis kapalı, her türlü bilgi edinebileceğimiz şey şehir merkezinde ama oraya nasıl gidileceğine dair bir bilgi yok. Kör topal sora sora şehir merkezine ulaştık. Bu sırada yürüyüş yolu falan oldukça etkiledi. İlk defa içinden nehir geçmeyen bir şehirdeyim Avrupada. Binalar yollar herşey oldukça ilginç ve etkileyici.
Merkeze ulaştık. Merkez gerçekten de haritaya konmuş bir nokta gibi tam bir merkez. Kartpostallarda sürekli gördüğümüz şu fıçı yuvarlama yarışlarının falan yapıldığı Piazza del Campo (Campo meydanı) ve kilisesi işte bu merkez adledilen yer. Burda açık bir Info ofis buluyoruz ve gerekli bilgileri aldıktan sonra yemek yemeye gidiyoruz. Maddi sıkıntıların baş göstermesi ve zaman darlığı sebebiyle ilk ve son kez fast food olayı ile geçiştiriyoruz bu safhayı.

Piazza del Campo

Yemeğin ardından gezintiye devam ediyoruz. Bir kilisenin tamamen tarikat tarzı bir gruba verilip özelleştirildiğini görüyoruz. Ortamı çok ilginç. Da Vinci Şifresinde Opus Dei tarikatının kiliseleri gibi. Yolun inişli çıkışlı olması oldukça yoruyor ve gezinti de dolayısı ile oldukça zaman alıyor. Bu sırada Siena nın da İstanbul gibi yedi tepe üzerine kurulan 3 şehirden biri olduğu bilgisi hemen aklımıza geliyor.
Siena Katedrali (Duomo di Siena) yine dönülen bir virajdan sonra tepeden tüm haybetiyle bize görünüyor ve Viyana da Stephan's Dom da Milan da Duomo di Milano da yaşadığım ilk şaşkınlığı burda bir kez daha yaşamama sebep oluyor. İnanılmaz güzel çok heybetli Gothic bir kilise. Meydanında durup dışından bakarken iki tane orta yaşta bayan gelip bilet alıp almadığımızı soruyor. Biz almadık neden falan diye şaşkın şaşkın bakınırken biz aldık fakat gezemiycez siz almadıysanız ve gezmek istiyorsanız size verelim dediler. Bizde sevinerek aldık. Önce kiliseye girdik oldukça gerçekten dışı kadar içi de harkulade bir kilise. Biraz meğilin olsa hristiyan olmamak işten bile değil yani.
Duomo di Siena


Duomo di Siena


Duomo di Siena - Dış cephedeb bir figür


Siena sokakları

Siena ya dair son enteresan bir izlenim. Tosaka bölgesinin oldukça önemli merkezlerinden biri olduğu için olsa gerek çok zengin bir şehir. Şehrin ekonomik refahı hemen anlaşılıyor. O kadar ki şehirde dolaşan polis arabaları, taksiler, toplu taşıma araçları falan hepsi diğer İtalya şehirlerinden oldukça farklı.


Alfa Romeo polis aracı

to be continued...

3 Temmuz 2009 Cuma

Tripping in Europa - LUCCA-PISTOIA-COLLODI


Tolstoy'un "Savaş ve Barış" ı şöyle başlar;
Evet, Prensim; Genova ve Lucca artık sadece Bonapartların aile mülküdür. M.Ö. 18o yılında Etrusyalılar kolonisinin keşfettiği 12. ve 14. yy da Toskana' nın en büyük kentlerinden ve ticaret merkezlerinden biri olan ve 1800 lerin başında Napoleonlar tarafından ele geçirilen Venedikten sonra o dönemin en büyük ikinci kenti Lucca.
Köklü bir tarihe sahip Lucca nın tarihi izlerini sur şehrine gelir gelmez sur duvarlarından, dar döşeme yollarından, M.Ö. 50 lerden bu yana hala ayakta olan Amfitiyatrosundan okumak hiç de zor değil. Öte yandan kelimeleri kifayetsiz bırakan yemyeşil bir doğa, nehirler, geniş ferah cıvıl cıvıl meydanlar, rengarenk çiçeklerle dolu balkonlarla bizdeki "Adalar" ın İtalya şubesi gibi Lucca.
Gezinin bu kısmında yedi kişilik sefer ekibi havaların soğukluğu zor savaş koşulları ve salgın hastalıklar sebebiyle telef oldu. Yada proje ve dersleri olduğu için geri döndüler tam hatırlayamıyorum. Neyse sonuç itibariyle geriye 3 nefer kaldık.

Lucca da bir Maça - Biz Lucca'nın üç gülüyüz pozu














Lucca da meydanda lazanya bira keyfi yapıp maçalarda oturup, sonra bisikletle gezinip sonra yemek yeyip sonra yine maçalarda oturduk. Program değişiklikleri yine aksak gezilere sebep oldu. Lucca' yı gezdikten sonra bisikletlerimizi aldık, trene atladık ve Lucca nın çok yakınlarında olan Pistoia ya Collodi Vadisine doğru yol aldık. Mehşur Pinokyo parkı ve Barok mimarisinin ve peyzajının en güzel örneklerinden biri olan Collodi villasına doğru yola çıktık. Harita yol tarifi konusunda biraz eksik olduğu için sora sora Bağdat bulunur felsefesiyle düştük yola. Tabi bulunuyormuş ama önce bir yanlış yönlendirmelerle alakasız bir tepeye çıktık bisikletlerle. İki tane vitesli bir tane de normal filibirli bisikletimizin mevcut olduğunu düşünürsek çıkış biraz zor oldu. Tepeyi zar zor çıktık ama daha sonra iniş oldukça eğlenceli oldu. Onunda keyfini çıkartıp yolumuza devam edip bulduk asıl mekanı.


Rail Italy Regioner Train

Yanlışlıkla çıktığımız tepeden vadi manzarası

Collodi

Collodi Vadisi - Pistoia

Collodi Villası - Grotto

Collodi Villası - Grotto







Collodi Villa Bahçesi

Collodi Villa Bahçesini gezerken ayağıma davetsiz bir misafir geldi. Bizde Kırım Kongo adıyla nam salan kene ayağıma yapıştı. Ortam bir gerildi. Bir stres endişedir yürüdü. Neyse kenenin ve yorgunluğun ekkisiyle turumuzu tamamlayıp birde hemen yakındaki Pinokyo Parkına gittik. Özetle böyle manasız, böyle saçma bir park olamaz. neyse efendim. Tekrar bisikletlerimize binip hastanenin yolunu tuttuk. Hastanede bana hiç bir aciliyeti yoktur raporu verildi ve 3 saat bekledikten sonra hiç bir tedavi görmeden hastaneden ayrıldık. Lucca ya geri döndüğümüzde saat baya geç olmuştu. Uzun arayışlar sonunda yemek yiyecek biryer bulduk ve o günü de kurtardık. Benim yemek yiyeceğimiz yerde adama sorduğum müthiş soru:
- Is there anythink to mancare? =)


Pinokyo Parkında Gepetto Amcanın Heykeli

to be continued...

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Tripping in Europa - FIRENZE


Roma' da kaybolmanın eşiğinden döndüğümüz geceden sonra sabah erkenden kalkmaya çalışma cabaları içinde, apar topar hazırlanmalarla Roma Termini' den ayrılıp Firenze' ye (Floransa) doğru yola çıktık. Bu koşuşturmacalı hazırlanmanın vazgeçilmez ürünü olan "- Tüh! Şuyumu unuttum." nidaları eşliğinde Firenze' ye ulaştık.
Hostelimiz Firenze' yi tepeden gören şahane manzaralı bir Camping Hostel di. Viyana dan sonra böyle yemyeşil ve sıcak bir yer baya iyi geldi. Kar yok, rüzgar yok daha ne.. Hostel bahsettiğim gibi Camping Hostel karavanını kapan gelmiş, bizim gibi karavanı olmayanlarda çadır kiralayıp yemyeşil bir doğanın içinde mis gibi takılıyor. Firenze' ye bahar veya yaz aylarında gidicek olan arkadaşlara bu mekan şiddetle tavsiye edilir.



Firenze


Çadırlarımıza tenis kortu arabalarıyla gidip eşyalarımız bırakıp hazırlandık ve Firenze turuna başladık. Önce hazır manzarayı bulmuşken ve zamanımız varken bu manzarada birşeyler yiyelim diğerek yakınlardaki büfelerden birine gittik. Sandwich olayı İtalyanlar tarafından çözülmüştür demek doğru olur sanırım. Ekmeği, kullanacağın et, peynir çeşidi, sos, ve malzemeleri kendin seçip "Panini" denen sandwichini hazırlatıyorsun ve oldukça da ekonomik.


Peyzaj Mimarlığı Tarihi diye bir ders almıştık 1. sınıftayken. O dersin içeriğinde en önemli yere sahip bahçelerden biri "BOBOLİ BAHÇESİ." 16. yy. da Firenze ve Toscana nın büyük dükü Medici ye ait sarayın bahçesi. 45.000 metrekareye yakın bir alana Arno Nehrinden beslenen havuzları, grottoları bu bunları süsleyen barok heykelleri, bir birinden özenli budama sanatının (Opus Topiarum) örnekleri ile donanmış büyüleyici bir bahçe. Bizde PeyzajTeam olarak tabii ki bu bahçeye ziyarette bulunduk.








Geziden sonra Ponte Vecchio' ya giderek Yiğit' i aldık ve yolumuza devam ettik. Ponte Vecchio (Eski Köprü) 14. yy. da tamamlanan Arno Nehri üzerindeki en eski köprüdür. II. Dünya Savaşı sırasında Almanlar nehrin üzerindeki tüm köprüleri bombalamışlar fakat sadece bu köprüyü korumuşlar.

Ponte Vecchio (Eski Köprü)

Yıllar önce Discovery Channel da Ankaralı görme engelli ressam Eşref Armağan'ın Amerikada Toronto Üniversite tarafından elleri ile dokunarak görme ve perspektifi algılayabilmeyle ilgili bir çalışması vardı. Bu keşif için ressamı Floransaya getirerek 1413 ünlü Rönesans mimarı Felipo Brunolesci' nin perpektif yanılsamasını keşfettiği Dhorma kilisesinin vaftizhanesini bu perpektif yanılsamasını algılayıp algılayamayacağını görmek istemişler ve ressamın bu vaftizhaneyi resmetmesini istemişlerdi. İlk kez o zaman görüp bende merak uyandıran bir yerdi Dhorma meydanı. Boboli Villası' ndan gelen dar yoldan ilerlerken kilisenin dev kulesi göründü ve işte o an dedim. Oldukçe etkileyici bir kilise ve vaftizhanesi. Hakkında ne hikayeler ne hikayeler. Ama görmek bir başka güzel oldu. Yedi kişilik seferi ekibimiz burda kısa bir mola verip şahane İtalyan dondurmalarına dadandı. Bir süre bizde perspektifi keşvedelim dedik.

Dhorma Kilisesi





İnterrail Sefer Ekibi

Bir nev-i "İlk Kurşun" anıtı

Ertesi sabah her ne kadar erken kalkmaya heveslensekte kâh yorgunluk, kâh havanın soğukluğu (çadırda sabah ayazı bir başkadır) gibi bir takım bahanelerle 9 gibi kalktık ve Avrupanın en büyük müzelerinden biri olan Ufficio Müzesine gittik. İnanılmaz uzun bir kuyrukta bekledik bu sırada araya kaynayanlar bayıp gidenlerda tabi ayrı bir dünya. Sonunda müzeye girdik. Hemen ilk anekdotla başlayayım.
Gülce müze görevlisine sorar: -Burası kaçıncı kat?
Görevli cevap verir: -İki!
Gülce tekrar sorar: -Peki 1. kat nerde?
Görevli cevap verir: -Aşağıda!
Biz: -Ahahahahahaahha...!
Neyse efendim bu inanılmaz diyalogtan sonra yaklaşık beş saat sürecek olan gezimize başladık. Ya tamam müze çok başarılı olabilir ama artık bana İsa, bebek İsa, Meryem ve bilimum hareli hrıstiyan portreleri görmekten efendime söyleyim haç tır asadır görmekten gına geldi. O beş saat nasıl geçti artık bilemedim.


Ufficio Müzesi

Günün sorusu: "Hanım Deyvit' in (David/Davut) pipisi nerde? Şimdi burdan isim vererek kendisini üzmek istemediğim arkadaşımız, "sözde" bize Davut heykelinin aslını bulma vaadiyle rehberlik ederek umut tacirliği yaptı ve o müze senin bu müze benim gezindik durduk. Sonuç olarak en baştan itibaren gördüğümüz meydandaki sahte heykelle yetindik tabii ki :D.


Davud/David Heykeli - Michelangelo

San Lorenzo Basilica' sından:







Anadolu Haritası



İtalya' ya Floransa' ya kadar gidilir de Toskana Vadisine Medici Villası'na gidilip "limonlu teraslar görülmez mi? Bizde hem mesleki hem kültürel eksiklik yaşamamak adına koyulduk yola. Yemyeşil bir doğanın göbeğinde yolları aşındırıp ulaştık vadiye. Vadiyi tamamen gören bir tepede durdu otobüs. Önce mazaranın keyfini çıkardık. Kahvelerimizi yudumladık. Sonra villanın kapısına dayandık. Zili çaldık fakat ses veren bayan bizi kabul etmedi. Tam bunalıma girmek üzereydik ki, bir bayan bize villayı görmenin ve vadiye inmenin başka yolu olduğunu söyledi ve tarif etti. Bizde mutluluk içinde gezimize devam ettik.
Medici Villası - Limonlu Teraslar

Peyzaj Team at Tascana


Toskana Vadisi

İtalya' ya gelinirde spaghetti yenip şarap içilmez mi? mi? Tabii ki yenir. Bizde hemen kendimize uygun bir yer bulduk ve ziyafete başladık. (bkz: Hakan' la Geziyorum Programı Star TV :D) Şık bir Floransa meydanında şık bir restoranında sokak şarkıcılarının müziği eşliğinde Tuğyan ve Yiğit le hoş sohbet eşliğinde İtalyan mutfağının konuğu olduk. Her ne kadar spaghetti niyetiyle gitsekte pesto soslu penne ve toskana bağlarının leziz şaraplarıyla coştuk. Yapmadan dönmeyin denilesi.
Gün geçmiyor ki bir garipliğimiz daha yaşanması volume artık bilmem kaç:
Yemek dönüşünde gezinmemiz aheste çek kürekleri tadında takılmamız sebebiyle son otobüse kaldık. V.Yiğit.Y. kod adlı arkadaşımız sigara isteği sebebiyle o saatte uzun arayışlara girmemiz sebebiyle o son otobüsü de kaçırırız. =) Akılsız başın cezasını tabii ki o saatten sonra ayaklar falan çekemez. Dolayısı ile ceza Yiğit' e patlar ve kendisi bizi taksiyle hostele götür. Fakat gelin görün ki taksiden indiğinde Yiğit' i bir stres alıp gider kısa bir süre sonra arkadaşımızın sigarayı takside düşürdüğünü anlarız =) Tuğyan la birlikte gülme krizi geçirdiğimiz sırada Gülce bizi görür, olanları anlatırız ve o da bize katılır. Kahkahalarımız Yiğit' te depresyon etkisi yaratır. Neyse Tekrar yakındaki bara gidilir bu defa tütün ve kağıt alınır. Sarıp içildiği sıra bir Amerikalı arkadaş gelip sigaranız var mı diye sorarak yaramıza parmak basar. Bu da yetmiyormuş gibi iki dakika geçmeden David heykelini gördünüz mü sorusuyla bizi bizden alır.

to be continued...