ÖNERİ!

Tripping in Europa serisini Milan dan itibaren yukarıya doğru okumanuz önerilir. Sırayla yazdığım için sondan başa doğru gidiyor blogta. =)

1 Nisan 2009 Çarşamba

Ebling in Vienna series Volume 6

Yine baya bir birikmiş daya fazla birikmeden yazmak lazım. Keza önümde küçülün büyük bir gezi mevcut.  Haydi başlayayım o zaman. Gezi demişken önce bir geziden başlayayım olaya. Şöyle ki; "ya abi biz erasmusa geldik bak herkes ne anlattı biz ne yapıyoruz gezmek lazım bişeyler kovalamak lazım" vs. vs. şeklindeki yakınmalarımızın hat safhaya ulaştığı bir günde "ya abi hani nerde şu 5 euro luk biletler millet atıp tutuyodu" şeklindeki feveranlı veryansınlar eşliğinde bir gece o firma senin bu firma benim havayolu şirketlerinin sitelerinde fink attık. Neyse sonunda Ryanair dan 3.75 euroluk biletler bulduk ve bir laf vardır çakı bulmuş çingen çocuğu gibi sevinmek diye ahanda öyle bir sevinçle hemen über hızlı bir şekilde kafadan bir tatil planı ve hesaplama yaptık ve aldık biletleri. Tabii ki bu sırada ne ders durumları gibi şeyler henüz belirsizliğini korumaktaydı. Neyse kısaca o 2 saatte yapılan 20 günü kapsayan ilerde yalan olacak tatilden bir kuple vereyim. Viyana'dan Bratislava'ya gidilecek, ordan uçağa binip Milano'ya gidilecek, ordan trenle Lyon'a geçilecek, Lyon-Paris-Bourdeaux üçlemesine mütahakip Madrid'e geçilecek, ordan Barcelona'ya gidilecek, Barcelona'dan Roma'ya uçakla geçilecek, Roma-Venedik-Floransa-Siena-Milano güzergahında İtalya turuyla tur tamamlanıp dönülecek. Oldu, oha, yuh!... Hepsi kabulumdür. Haklısınız. =) Zaten olmadı. Çünkü okul başladı ve yavaş yavaş program oturmaya başladı. Daha sonra bu über fantazi tatile geri dönmek üzere okul programına bir geçiş yapayım bir de.
Dersler başladı. Biz görgüsüzce ders programı hazırladık. Bu dersi alalım, bunu da alalım, o çok güzelmiş onu da alalım vs. 13 ders aldık. Başta bu okulun garip sistemi yüzünden ne zaman ne dersi var nerde gibi sorulara cevap bulamayışımız "abi program çok rahat ya hergün bi ders var bazen o da yok iyimiş" gibi bir yanılsamaya düşürdü bizi. Fakat kaçan dersleri öğrenmemiz ve sisteme vakıf olmamızın ardından gayet dolu ve yoğun bir programla karşı karşıya kalmamız çok uzun sürmedi. Bu kadar ders almamız ve yoğunluğu bir yana, bir de bu derslerin Almanca oluşu bizim için ayrı bir sorundu. Uzun süre, daha önce uyarılmamıza rağmen burayı kendi okulumuzla karşılaştırmaya devam ederek "bize bunlar hayatta yardım etmez, biz artık bu dersleri nasıl geçeriz bilimez. KISMET!" derken, gidip konuştuğumuz her prof. tan yada öğr. gör. bir şekilde olumlu geri dönüşler alarak dil sorununu aştık. Kimisi dersi İngilizce anlatıyor, kisimi notları İngilizce veriyor, bir şekilde mutlaka anlayabileceğimiz bir şeyler oluyor yani. Ama buna rağman hala derslerin büyük bir kısmında haklı olarak Almanca konuşulduğu için bizim derslerde eblememiz devam ediyor. 
Proje dersi galiba bunların içinde en anlaşılabiliri. Projemiz Polonya' da Sopot diye bir sahil kasabasında. Bu proje için paskalya tatilinden sonra Polonya'ya gidicez. Hemen burda daha önce bahsettiğim tatil planına dönüp, o planın yalan oluşa dikkat çekiyorum. Neyse hali hazırda halen bir plan var. Onu da gidip döndükten sonra "EBLİNG ve SIGHTSEEING" başlıkları altında anlatıcam. Dersler şu an için çok fazla sıkıntılı değil. Sıkıldığım zamanlarda kareli defterime pixel çalışmaları yaparak oyalanmaya çalışıyorum. Bu da yeni hobim oldu.
Bu sırada ilginç rüyalar, uykusuzluklar yada aşırı uyumalar, vahy gibi ani flashback lerle çoşuyorum. Keza Alican' da öyle. Alican rüyasında Beşiktaş taraftar otobüsünde Sinan Engin'le kavga ediyo (Beşiktaş ve futbolla hiç alakası olmayan bu adamın psikolojisini araştırmak lazım, bilinç altı fena bu çocuğun anlaşılan). Ben dünyayını en tatlı bebeğini görüyorum, ama bebek böyle efsanevi bişey, bütün rüyamda gördüğüm insanları bir yere götürüyo bir şekilde ve o insanlar hepsi ulu bir ağacı oluşturmaya başlıyo. Herkes gövdenin bir parçası oluyo falan. Yarı Voltran yarı Yüzüklerin Efendisi birşey.
Bu arada yeni taşındığımız yerde yan odamızda bir İspanyol ve bir Azeri (Ìvàn ve Seymur) 2 arkadaşımız var. Geçen gün Seymur'un doğum günüydü. Viyana'da bir doğum günü kutlamış olduk.


      

Son olarak bugün olan baya güldüğümüz bir olay. Okuldan çıktık eve gitmek için tramvay durağına yürüyorduk. Tramvay durağına geldik, bizim gelmemizle onun yürümesi bir oldu. Bu olay başımıza sürekli geldiği için artık yalama oldu ve artık sinir bozukluğundan saçmalayıp gülüyorduk. Bu sırada ben "ulan bu müslüman türk evladına yapılır beee" falan deyip gülerken arkamızda duran 50 cent tadında 2 ye 5 bir abimiz "hey brother!" diye girdi mevzuya ve başladı anlatmaya. Abimiz L.A. doğumlu, Kenya'lı, annesi Türk, bu muhteşem üçlemeyle haritada kutsal kaseyi vermiş, Bermuda tadında takılıyo. Şimdi de Viyana' da falan. Şaşırmış bir abimiz yani. Neyse müslüman türk bilmem ne bizim saçmalıklarımızı duyunca kulağına aşina gelmiş bize sardı. İşte "ben Türkçe biliyorum, annem Türk, G.W. Bush f*cked Africa,  we believe in Obama, Hitler is *ss hole, yok ben L.A. de doğdum. 2 Pac' ı gördüm" falan oy oy oy... "You are my brother, we are brother, we believe in Obama" falan koptukça koptu = ) Eyvallah biladerim ne diyeyim... Obama'ya inanıyoruz... =)
Son birşey. İstanbul'da falan çöp konteynerlerinin yanına elbise, ayakkabı hatta yatak bırakanı bile görmüştüm ama burası yine bambaşkaymış. Adamın teki çöpe çamaşır makinesi bırakmış (bkz: YUH a.q.!) Eskici olaydı böyle mi olurdu. =) 




to be continued...

1 yorum: