ÖNERİ!

Tripping in Europa serisini Milan dan itibaren yukarıya doğru okumanuz önerilir. Sırayla yazdığım için sondan başa doğru gidiyor blogta. =)

16 Mayıs 2009 Cumartesi

Tripping in Europa - MILAN

Soğuk! Şubat ta geldik Viyana' ya Nisan ayındayız baharın falan uğradığı yok. Madem öyle biz baharın olduğu yere gidelim diyerekten çıktım yola. Alican' ı Viyana da konserleri ile başbaşa bırakarak. Önce Bratislava ya ardından uçakla Milan a geçerek tatile başlıyorum. 
Sabahın 5 i Wien Westbanhof' tan trene binerek Bratislava' ya ulaşıyorum. 1920 lerden kalma bizim "Ikarus"lardan beter bir otobüsle hava alanına gidicez. Malum bu Doğu Avrupanın hatunları çok bir meşhurdur. burda da berlirli bir potansiyel mevcut. Fakat şöyle bir durum var ki hepsi birbirinden apaçi. Bütün şehir Laleli sanki. Viyana da görmeye alışkın olduğumuz tarihi dokudan burda eser yok. Aslına bakarsanız binalar eski tamam ama bir tanesi bile korunmamış. Hepsi perişan durumda. Sanki savaş hala devam ediyor. 
Neyse efendim hava alanına bir o yana bir bu yana savrulan otobüsle sonunda ulaşıyoruz. Küçücük bir hava alanı. Check-in olayında bir saçmalık sonucu kazık yedikten sonra, girişte daha yeni alınmış lens losyonu ve deodorant bırakıldıktan sonra (unutkanlık fena patladı) uçağa binip karlı dağlar üzerinden Milan' a ulaşıyorum.  Viyana daki hava koşulları ve gezinin sonunda gideceğim Polonya dolaysı ile üzerime aldığım mont ve gömlek Milan daki yaz havasına fazla geliyor. Ani mevsim değişimini yüzüme vuran sıcacık güneşle hemen hissediyorum. 
Hava alanı şehir dışında olduğu için şehir merkezine ulaşmak için shuttle servise biniyorum ve otobüs şehir trafiğine karışır karışmaz bir yakınlık hissediyorum. Havası, keşmekeşliği, trafik yoğunluğu ile hemen bir evimdeymiş hissi yaşatıyor. Dedikleri doğruymuş; İtalya=Türkiye. Bu kadar benzerlik olamaz her açıdan. 
Milan da kalmayı planlayan arkadaşlarımın rezervasyon yaptırdığı ve benim daha sonra Milan a döndüğümde kalacağım hostele (Hostel Diablo) gidip eşyalarımızı bırakıyoruz. Hostel çalışanlarında birinin bir Türk arkadaşı varmış ve adama Türkçenin anahtar kelimelerini öğretmiş. Adam "hadi ordan len, eyvallah abi, ya bi git yaaaa" gibi laflarla beni benden aldı. =)
Eşyaları hostele bıraktıktan sonra haritamızı aldık ve şehir merkezinden gezelim görelim turumuza başladık. Viyana da Stephansdom' u ilk gördüğümde şok oluştum. İkinci bir şoku Milan da Duomo Katedrali yaşattı ki bu normal, keza kendisi Avrupanın en büyük katedraliymiş. İnanılmaz bir yapı. Görülesi. 


Duomo Katedrali

Duomo' nun önünde büyük bir meydan var. Bir yanında Galleria Vittoria Emanuele ve karşısında da klasik kral bilmem kaçıncı bilmem kimin heykeli olan büyük bir meydan. Viyana yı Türklerin sardığı gibi İtalya yı da Araplar sarmış. Meydan da kendilerine çeşitli işler edinmişler. İncik boncuk satanlar, kartpostal satanlar, anahtarlık satanlar, Poloroid fotoğraf çekenler vs. vs. ... Ama bir grup var ki (keza beni de boş anımda yakaladı bunlar) bambaşka bir meslek edinmişler kendilerine. Kısa yoldan para kazanmanın en iyi yollarından biri. Meydanda dolanan kuşlar için ellerinde mısırlar var. Bunları milletin eline doluşturup fotoğraflarını çekiyorlar sonra da 20€ gibi bir ücret istiyolar. Aynını bana da yaptılar. Başta hiç vermemek için diretsemde bizim boyacı tayfalar gibi sesi duyan diğer saz arkadaşlarının da çil yavrusu gibi doluştuğunu görünce adamın avucunu 2-3 € verip kaçtım hemen. Böylelikle ilk badiremizi de atlatmış olduk. 



Galleria Vittoria Emanuele


Trafik yoğunluğu ve kargaşası her ne kadar Türkiye yi andırsa da İtalya da şöyle garip bir farklılık var. Bizde sarı ışığı görmek zordur.  Hatta yayalar için sarı ışık yoktur. (bir çok ülkede de gerçi) Ama İtalyanlar darip bir şekilde sarı ışığa tutulmuşlar. Sönmek bilmez bir sarı ışıkları var. Bekle ha bekle....
 

Castello Sforza Yedi Kule Zindanları sanki. 3 surlu en iç alanı çok küçük bir kale. Örgüsü görüntüsü dışında bir espirisi yok. Ama şöyle bir durumu var; İtalya yı sarmış olan Araplar ve zenciler Dünya modasının en önemli merkezlerinden biri sayılabilecek Milan da kendi mesleklerini oluşturmuşlar. Tüm ünlü markaların neredeyse her modelinin imitasyonu mevcut bu arkadaşlarda. Birde inanılmaz darlıyorlar turistleri. Saçma sapan çantalar, güneş gözlükleri falan kabus gibi. 



Castello Sforza


Milan ın kendi modasından ayrı buraya yerleşen uzak doğulu ve arap arkadaşlarda kendi modalarını oluşturmuşlar. Her yer bol kapşonlu sweatshirtler ve cart pembe yeşil falan ipek çakması naylonlu uzak doğu kumaşları ile dolmuş. 
Neredeyse her yerden insan olmasına karşı neredeyse hiç Türk yok. Sanırım bizim tayfa kendi ülkesine benzeyen yerlere gitmiyor. Nasıl olsa bizde böyleyiz diyerek.  
İtalya nın bir başka garipliği. Kendi otomativ sektörlerine inat arabaların büyük çoğunluğu hatta ticari taksilerin tamamı, otobüsler falan tamamen Wolksvagen, Skoda, Mercedes. 
Kimilerine göre San Siro kimilerine göre Giuseppe Meazza olan Milan stadı. 
Mecburi biletsiz bindiğimiz tramvay ve otobüsler Viyana daki ilk ay korkumuzu aratmadı. Ve sonunda stada giderken yakalandık. Fakat bilet görevlisi görmezden geldi neyse ki ve bi sıkıntı yaşamadan yolumuza devam ettik. 

Eski ve Yeni Milan Tramvayları

San Siro - Giuseppe Meazza


Hep derlerdi, "İtalya da İnter-rail yapıcaksanız yanınızdan su şişesini eksik etmeyin diye. Çok doğruymuş. Hava Nisan ayı olmasına rağmen çok sıcaktı ve her köşe başında sebil çeşmeler var. Şişeyi doldurup doldurup devam ediyosun. =)



Leonardo da Vinci' nin başyapıtlarından biri olan Last Supper (Son Akşam Yemeği) ı görmek için Santa Maria della Grazie kilisesine gittim. Fakat pazartesi günleri kapalıymış. Baktık ki tabloyu göremiycez onun yerine papazla kankaya bağlayalım dedik. =)




Santa Maria della Grazie Kilisesi

Dediğim gibi İtalyanlar çok sıcak insanlar. Bize baya benziyorlar. Medeteran insanı olmak farklı yine. Doğu ve kuzay Avrupanın o soğukluğu yok. Dilini bilmesende onlar da senin konuştuğun dili anlamasada mutlaka bir şekilde senle diyaloğa geçme çabası inanılmaz mutlu ediyor. Bir yol sorduğunda sana anlatamıyorsa kolundan tutup seni götürüyor en kötü ihtimalle. 
Sabah 8 de başlayan gezi gece saat 10:30 gibi biterken artık hostelin yolunu tuttum. Hostelden eşyalarımızı aldık. Soluklanmak için iki dakika otururken hostelin telefonu çaldı ve adam telefonu arkadaşıma uzattı. Arayan abisiymiş. Nasıl bulduysa bulmuş Roma da deprem oldu siz ne durumdasınız diye merak ettik diye aramışlar. Biz dünyadan habersiz gezerken milletin bizi aramaktan aklı çıkmış. Neyse konuştuk fakat ben Roma ya doğru yola çıkıcam ve arkadaşıma ulaşamıyorum. Meraktanlandım bende ama ulaşamadım. Gidip görücez diyerek eşyalarımı alıp çıktım yola. 
Avrupanın en büyük tren garı Stazione Centrale de Milan. Roma ya gitmek için trene bindim. Gece treni ve sabah 8:30 da Roma da olucak. Tren inanılmaz. Napoli treni. Ne kadar sarhoş, ayyaş, hapçı, otçu, kimyasalcı varsa orda. Tren kapkara (her anlamda) mathafaka cılar falan alayı orda. Tırsa tırsa kendime yer ararken bir ara binmekten vazgeçer gibi oldum o sıra tren hareket etti. Neyse en son vagonda kendime bir yer buldum ve oturdum. Pirelli Tower da çalışan bir eleman ev bir kemoterapistle. Daha sonra sürekli karşılaşacağım bilet kontrollerinden ilkini yaşadım. Inter-rail biletimi uzattım. Kalemim olmadığı için tarih yazamadım dedim. Kondüktör ii peki deyip o da yazmadan biletimi bana geri verdi ve Roma ya kadar bedava yolculuk yapmış oldum. =) 


Stazione Centrale F.S. (de Milan)





to be continued...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder