ÖNERİ!

Tripping in Europa serisini Milan dan itibaren yukarıya doğru okumanuz önerilir. Sırayla yazdığım için sondan başa doğru gidiyor blogta. =)

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Tripping in Europa - FIRENZE


Roma' da kaybolmanın eşiğinden döndüğümüz geceden sonra sabah erkenden kalkmaya çalışma cabaları içinde, apar topar hazırlanmalarla Roma Termini' den ayrılıp Firenze' ye (Floransa) doğru yola çıktık. Bu koşuşturmacalı hazırlanmanın vazgeçilmez ürünü olan "- Tüh! Şuyumu unuttum." nidaları eşliğinde Firenze' ye ulaştık.
Hostelimiz Firenze' yi tepeden gören şahane manzaralı bir Camping Hostel di. Viyana dan sonra böyle yemyeşil ve sıcak bir yer baya iyi geldi. Kar yok, rüzgar yok daha ne.. Hostel bahsettiğim gibi Camping Hostel karavanını kapan gelmiş, bizim gibi karavanı olmayanlarda çadır kiralayıp yemyeşil bir doğanın içinde mis gibi takılıyor. Firenze' ye bahar veya yaz aylarında gidicek olan arkadaşlara bu mekan şiddetle tavsiye edilir.



Firenze


Çadırlarımıza tenis kortu arabalarıyla gidip eşyalarımız bırakıp hazırlandık ve Firenze turuna başladık. Önce hazır manzarayı bulmuşken ve zamanımız varken bu manzarada birşeyler yiyelim diğerek yakınlardaki büfelerden birine gittik. Sandwich olayı İtalyanlar tarafından çözülmüştür demek doğru olur sanırım. Ekmeği, kullanacağın et, peynir çeşidi, sos, ve malzemeleri kendin seçip "Panini" denen sandwichini hazırlatıyorsun ve oldukça da ekonomik.


Peyzaj Mimarlığı Tarihi diye bir ders almıştık 1. sınıftayken. O dersin içeriğinde en önemli yere sahip bahçelerden biri "BOBOLİ BAHÇESİ." 16. yy. da Firenze ve Toscana nın büyük dükü Medici ye ait sarayın bahçesi. 45.000 metrekareye yakın bir alana Arno Nehrinden beslenen havuzları, grottoları bu bunları süsleyen barok heykelleri, bir birinden özenli budama sanatının (Opus Topiarum) örnekleri ile donanmış büyüleyici bir bahçe. Bizde PeyzajTeam olarak tabii ki bu bahçeye ziyarette bulunduk.








Geziden sonra Ponte Vecchio' ya giderek Yiğit' i aldık ve yolumuza devam ettik. Ponte Vecchio (Eski Köprü) 14. yy. da tamamlanan Arno Nehri üzerindeki en eski köprüdür. II. Dünya Savaşı sırasında Almanlar nehrin üzerindeki tüm köprüleri bombalamışlar fakat sadece bu köprüyü korumuşlar.

Ponte Vecchio (Eski Köprü)

Yıllar önce Discovery Channel da Ankaralı görme engelli ressam Eşref Armağan'ın Amerikada Toronto Üniversite tarafından elleri ile dokunarak görme ve perspektifi algılayabilmeyle ilgili bir çalışması vardı. Bu keşif için ressamı Floransaya getirerek 1413 ünlü Rönesans mimarı Felipo Brunolesci' nin perpektif yanılsamasını keşfettiği Dhorma kilisesinin vaftizhanesini bu perpektif yanılsamasını algılayıp algılayamayacağını görmek istemişler ve ressamın bu vaftizhaneyi resmetmesini istemişlerdi. İlk kez o zaman görüp bende merak uyandıran bir yerdi Dhorma meydanı. Boboli Villası' ndan gelen dar yoldan ilerlerken kilisenin dev kulesi göründü ve işte o an dedim. Oldukçe etkileyici bir kilise ve vaftizhanesi. Hakkında ne hikayeler ne hikayeler. Ama görmek bir başka güzel oldu. Yedi kişilik seferi ekibimiz burda kısa bir mola verip şahane İtalyan dondurmalarına dadandı. Bir süre bizde perspektifi keşvedelim dedik.

Dhorma Kilisesi





İnterrail Sefer Ekibi

Bir nev-i "İlk Kurşun" anıtı

Ertesi sabah her ne kadar erken kalkmaya heveslensekte kâh yorgunluk, kâh havanın soğukluğu (çadırda sabah ayazı bir başkadır) gibi bir takım bahanelerle 9 gibi kalktık ve Avrupanın en büyük müzelerinden biri olan Ufficio Müzesine gittik. İnanılmaz uzun bir kuyrukta bekledik bu sırada araya kaynayanlar bayıp gidenlerda tabi ayrı bir dünya. Sonunda müzeye girdik. Hemen ilk anekdotla başlayayım.
Gülce müze görevlisine sorar: -Burası kaçıncı kat?
Görevli cevap verir: -İki!
Gülce tekrar sorar: -Peki 1. kat nerde?
Görevli cevap verir: -Aşağıda!
Biz: -Ahahahahahaahha...!
Neyse efendim bu inanılmaz diyalogtan sonra yaklaşık beş saat sürecek olan gezimize başladık. Ya tamam müze çok başarılı olabilir ama artık bana İsa, bebek İsa, Meryem ve bilimum hareli hrıstiyan portreleri görmekten efendime söyleyim haç tır asadır görmekten gına geldi. O beş saat nasıl geçti artık bilemedim.


Ufficio Müzesi

Günün sorusu: "Hanım Deyvit' in (David/Davut) pipisi nerde? Şimdi burdan isim vererek kendisini üzmek istemediğim arkadaşımız, "sözde" bize Davut heykelinin aslını bulma vaadiyle rehberlik ederek umut tacirliği yaptı ve o müze senin bu müze benim gezindik durduk. Sonuç olarak en baştan itibaren gördüğümüz meydandaki sahte heykelle yetindik tabii ki :D.


Davud/David Heykeli - Michelangelo

San Lorenzo Basilica' sından:







Anadolu Haritası



İtalya' ya Floransa' ya kadar gidilir de Toskana Vadisine Medici Villası'na gidilip "limonlu teraslar görülmez mi? Bizde hem mesleki hem kültürel eksiklik yaşamamak adına koyulduk yola. Yemyeşil bir doğanın göbeğinde yolları aşındırıp ulaştık vadiye. Vadiyi tamamen gören bir tepede durdu otobüs. Önce mazaranın keyfini çıkardık. Kahvelerimizi yudumladık. Sonra villanın kapısına dayandık. Zili çaldık fakat ses veren bayan bizi kabul etmedi. Tam bunalıma girmek üzereydik ki, bir bayan bize villayı görmenin ve vadiye inmenin başka yolu olduğunu söyledi ve tarif etti. Bizde mutluluk içinde gezimize devam ettik.
Medici Villası - Limonlu Teraslar

Peyzaj Team at Tascana


Toskana Vadisi

İtalya' ya gelinirde spaghetti yenip şarap içilmez mi? mi? Tabii ki yenir. Bizde hemen kendimize uygun bir yer bulduk ve ziyafete başladık. (bkz: Hakan' la Geziyorum Programı Star TV :D) Şık bir Floransa meydanında şık bir restoranında sokak şarkıcılarının müziği eşliğinde Tuğyan ve Yiğit le hoş sohbet eşliğinde İtalyan mutfağının konuğu olduk. Her ne kadar spaghetti niyetiyle gitsekte pesto soslu penne ve toskana bağlarının leziz şaraplarıyla coştuk. Yapmadan dönmeyin denilesi.
Gün geçmiyor ki bir garipliğimiz daha yaşanması volume artık bilmem kaç:
Yemek dönüşünde gezinmemiz aheste çek kürekleri tadında takılmamız sebebiyle son otobüse kaldık. V.Yiğit.Y. kod adlı arkadaşımız sigara isteği sebebiyle o saatte uzun arayışlara girmemiz sebebiyle o son otobüsü de kaçırırız. =) Akılsız başın cezasını tabii ki o saatten sonra ayaklar falan çekemez. Dolayısı ile ceza Yiğit' e patlar ve kendisi bizi taksiyle hostele götür. Fakat gelin görün ki taksiden indiğinde Yiğit' i bir stres alıp gider kısa bir süre sonra arkadaşımızın sigarayı takside düşürdüğünü anlarız =) Tuğyan la birlikte gülme krizi geçirdiğimiz sırada Gülce bizi görür, olanları anlatırız ve o da bize katılır. Kahkahalarımız Yiğit' te depresyon etkisi yaratır. Neyse Tekrar yakındaki bara gidilir bu defa tütün ve kağıt alınır. Sarıp içildiği sıra bir Amerikalı arkadaş gelip sigaranız var mı diye sorarak yaramıza parmak basar. Bu da yetmiyormuş gibi iki dakika geçmeden David heykelini gördünüz mü sorusuyla bizi bizden alır.

to be continued...

16 Mayıs 2009 Cumartesi

Tripping in Europa - ROMA

Zor zahmet korkulu yolculuktan sonra Stazione Centrale di Roma Termini ye vardım. Devasa büyük bir başka istasyon. Arkadaşım (Gülce) gelip beni alıcağını söylemişti ama ortalarda yoktu.  Deprem haberinden beri bir türlü de ulaşamamıştım. Biraz endişeli birazda olumlu düşünmeye çalışarak info office gittim. Daha önce adresini almıştım neyse ki. İnfo office ten nasıl ulaşacağım bilgisibi de aldıktan sonra yola çıktım. Metro durağına gelir gelmez kendimi İstanbulda sandım. Kargaşa kalabalık vs. vs. Neyse ki adresi buldum ve bina yerindeydi. Zili çaldım arkadaşım biraz üzgün kapıyı açtı. Depremden dolayı önceki gece haklı olarak uyuyamamışlar ve gelememiş. 
Gülce' nin okulu olduğu için onu okula bıraktım ve Roma gezime bir başıma başladım. İlk durak Piazza del Popolo. Merdivenlerle tepeye çıkıp inanılmaz bir Roma manzarasına ulaşıyorsunuz. 




Piazza del Popolo

Şehirlerin kendini gezdirme gibi bir durumları var. Şöyle ki; her yerin belirli bir günü var. Kimisi için bu açık ve kapalı olduğu günler, kimisi için özel organizasyonların olduğu günler gibi. yani bir şehirdeki herşeye yetişmek için en küçüğünden en büyüğüne bütün şehirlerde en az bir hafta kalmak gerekiyor. O kadar zaman yok o ayrı yetişebildiğimiz kadar deyip geçiyoruz.
Kısa bir gezidan sonra Gülce yi okulundan aldım bir süre beraber gezdik kısa bir tanıtım geçti ve sonra eve dönüp diğer arkadaşları almak için tekrar Tren istasyonuna geri döndük. Peyzaj tayfasının planlanan Avrupa buluşması bir misafir konukla birlikte gerçekleşmiş oldu. (Ben, Ece, Gülce, Tuğyan ve konuk Özhan) Onları da alıp Gülce lere geri döndük.  Barbekü eşliğinde Sangrea da vardı :D) Gülce nin ev arkadaşları bir hoşgeldin partisi yaptılar bize. 
Gülce' nin evi inanılmaz. Karakter cümbüşü gibi. Videogame manyağı mı ararsın, bütün gün sabahlıkla gezeni mi. Zaten nerdeyse bir 8 ülkeden falan insan var. Çok eğlenceli bir ortam. Baya eğlendik. 
Gecenin bir yarısı şehrin gece silüetini görmek için kısa bir gezintiye çıktık. Parlemento, Colosseo, Pantheon, Tarihi Roma gibi bir güzergah.



Colosseo

Antik Roma Kazı Alanı

Piazza del Giovanni

Pantheon

Ertesi gün eksik kadroyla Vatikan gezi yaptık. Baba oğul kutsal ruh sanırım herkes ordaydı. O sırada bir de golf arabasıyla papa da çıktı tam oldu. =) Uzun bir bekleyişin ardından kiliseye girdik. Gelmiş geçmiş bütün papaların heykelleri var. Bayağı bir masraf edilmiş belli ki. Ne de olsa Vatikan, adamlarda Papa öle az bişey de değil. Ama buna rağmen cimri papalarda varmış, az para harcayan papalar hemen heykellerinden ele veriyor kendini. :) Kilisenin alt katında Papaların mezarı başında ağlayan tipleri görünce aklıma bizim telli babada ağlayan tipler geldi. Elini taşa süren, bez bağlayıp medet uman bir topluluk hristiyanlarda da var tabii ki. Yani yobaz her yerde yobaz. 

Piazza del Saint Piettro - Saint Pietro

Saint Pietro 

(Bu kapı yılda bir defa açılırmış ve bu kapı açıkken bu kapıdan geçenlerin günahlarının affolduğuna inanılıyor. (Ne kolay iş bu günahtan arınma ya kapıdan geç Kadir Gecesi oruç tut sanki Mario Bros ta hak mantarı kazanıyosun :D )



Piazza del Saint Piettro

Tayfanın eksik kısmı geldikten sonra Vatikan Müzesini gezdik. Tuğyan la birlikte bir tabloya bakarken (o ana kadar başında hareli İsa, Bebek İsa, ve Meryem'den başka birşey görmemiş olmamız gibi bir durum var) benim bu ne yaa Viyana Kuşatması gibi demem ve bunun üzerine Tuğyan' ın audio guide ı açıp dinlemesi ve tablonun gerçekten Viyana Kuşatması çıkması sessiz sanat ortamında gülme krizine girmemize neden oldu. Bu sırada Sistine Chapel' de Michalangelo' nun The Creation of Adam portresini de görmüş olduk. Müzede heykellerin gözleri baya etkileyiciydi. 


Giardino del Musei Vatikani - Vatikan Müzesi Bahçesi



Viyana Kuşatması Tablosu

Peyzaj tayfasının "Aso" elemanları olarak gezelim görelim turlarımza devam ettik.

Piazza di Spagna - İspanyol Merdivenleri

Fontana di Trevi - Aşıklar Çeşmesi


Colosseo - Kolezyum

Pantheon


Termi di Caracalla - Caracalla Hamamları



Tevere

Caracalla Hamamlarına gittiğimizde saat 19:00 u geçiyordu. Dolayısı ile ziyarete kapanmıştı. Dışından bir iki fotoğraf çektikten sonra etrafından dolaştık. Bu sırada açık tel örgüler gördük. Girip girmeme arası tereddütte kalıp girmemeye karar verdik. O sırada etraftaki çalılıkların arasında bir adam dergi okuyarak tuvaletini yapıyordu. :) Daha sonra giriş kapısına gittiğimizde alanın kamerayla kontrol edildiğini gördük. Girmediğimiz iyi olmuş yani. :D 
Gezintiden sonra yorgunluğumuz atmak için ve karnımızı doyurmak için Gülce' nin daha önce gittiği ve bizi götürek istediği yeri aramaya başladık. Uzun aramalar sonunda bulduk. Tevere kenarında bir bar, 5 € ya bir bardak şarap alıyorsun ve açık büfe sınırsız yemek yiyorsun. :) Oldukça güzel bir mekan. Girişte eline orak ve çekiç amblemi olan bir mühür vuruyorlar falan. 
Gece eve dönüşte yanlış otobüse bindik ve Marcentanso Colonna diye bir yerde indik. Bizim binmemiz gereken otobüs bitmiş ve orda kaldık. Yakınlarda binebileceğimiz bir otobüste yoktu ve orda kaldık. 5 kişi olduğumuz için taksilerde almadı. Taksiciye 5 kişisiyiz ne yapabilir ama diye ayak yapar cümleler kurmamız ve taksicinin bir taksi daha çağırabilirsiniz diyerek bizi ekarte ederek devam etmesi de inanılmazdı. En sonunda bizi aktarma yapabileceğimiz bir yere götüren bir otobüs geldi. Biz otobüse doğru koşarken yandaki parktaki köpeklerde bize doğru koşmaya başladı ve biz geriye koşaya başladık. =) Neyse bir şekilde otobüse bindik ve sinir stres ve yorgunluktan olsa gerek Ece daha fazla durumu kaldıramadı ve ağlamaya başladı. O ağladıkça biz gülme krizine girdik. Sonra o da bize katıldı. Malum çoğunluk bizdik.
Aktarmayı da yaptıktan sonra doğru otobüsle evin durağına geldik. Hepimiz arka kapının olduğu yerde kapının açılmasını beklerken otobüs şöförü sadece orta kapıyı açtı, inenler ordan indi ve kapıyı kapatıp hareket etti. Hala eve ulaşamıyoruduk. Ve ben bombayı patlattım; "Kaptan Orta Kapı" (Türkçe). Tayfa tekrar gülme krizi eşliğinde bir sonraki durakta indi. Sonunda sağ salim eve ulaştık. Yorgun argın kimsenin konuşmaya hali kalmayınca herkes bayıldı tabi. Daha sabahın köründe kalkıp Floransa ya gidilcek...


to be continued...









Tripping in Europa - MILAN

Soğuk! Şubat ta geldik Viyana' ya Nisan ayındayız baharın falan uğradığı yok. Madem öyle biz baharın olduğu yere gidelim diyerekten çıktım yola. Alican' ı Viyana da konserleri ile başbaşa bırakarak. Önce Bratislava ya ardından uçakla Milan a geçerek tatile başlıyorum. 
Sabahın 5 i Wien Westbanhof' tan trene binerek Bratislava' ya ulaşıyorum. 1920 lerden kalma bizim "Ikarus"lardan beter bir otobüsle hava alanına gidicez. Malum bu Doğu Avrupanın hatunları çok bir meşhurdur. burda da berlirli bir potansiyel mevcut. Fakat şöyle bir durum var ki hepsi birbirinden apaçi. Bütün şehir Laleli sanki. Viyana da görmeye alışkın olduğumuz tarihi dokudan burda eser yok. Aslına bakarsanız binalar eski tamam ama bir tanesi bile korunmamış. Hepsi perişan durumda. Sanki savaş hala devam ediyor. 
Neyse efendim hava alanına bir o yana bir bu yana savrulan otobüsle sonunda ulaşıyoruz. Küçücük bir hava alanı. Check-in olayında bir saçmalık sonucu kazık yedikten sonra, girişte daha yeni alınmış lens losyonu ve deodorant bırakıldıktan sonra (unutkanlık fena patladı) uçağa binip karlı dağlar üzerinden Milan' a ulaşıyorum.  Viyana daki hava koşulları ve gezinin sonunda gideceğim Polonya dolaysı ile üzerime aldığım mont ve gömlek Milan daki yaz havasına fazla geliyor. Ani mevsim değişimini yüzüme vuran sıcacık güneşle hemen hissediyorum. 
Hava alanı şehir dışında olduğu için şehir merkezine ulaşmak için shuttle servise biniyorum ve otobüs şehir trafiğine karışır karışmaz bir yakınlık hissediyorum. Havası, keşmekeşliği, trafik yoğunluğu ile hemen bir evimdeymiş hissi yaşatıyor. Dedikleri doğruymuş; İtalya=Türkiye. Bu kadar benzerlik olamaz her açıdan. 
Milan da kalmayı planlayan arkadaşlarımın rezervasyon yaptırdığı ve benim daha sonra Milan a döndüğümde kalacağım hostele (Hostel Diablo) gidip eşyalarımızı bırakıyoruz. Hostel çalışanlarında birinin bir Türk arkadaşı varmış ve adama Türkçenin anahtar kelimelerini öğretmiş. Adam "hadi ordan len, eyvallah abi, ya bi git yaaaa" gibi laflarla beni benden aldı. =)
Eşyaları hostele bıraktıktan sonra haritamızı aldık ve şehir merkezinden gezelim görelim turumuza başladık. Viyana da Stephansdom' u ilk gördüğümde şok oluştum. İkinci bir şoku Milan da Duomo Katedrali yaşattı ki bu normal, keza kendisi Avrupanın en büyük katedraliymiş. İnanılmaz bir yapı. Görülesi. 


Duomo Katedrali

Duomo' nun önünde büyük bir meydan var. Bir yanında Galleria Vittoria Emanuele ve karşısında da klasik kral bilmem kaçıncı bilmem kimin heykeli olan büyük bir meydan. Viyana yı Türklerin sardığı gibi İtalya yı da Araplar sarmış. Meydan da kendilerine çeşitli işler edinmişler. İncik boncuk satanlar, kartpostal satanlar, anahtarlık satanlar, Poloroid fotoğraf çekenler vs. vs. ... Ama bir grup var ki (keza beni de boş anımda yakaladı bunlar) bambaşka bir meslek edinmişler kendilerine. Kısa yoldan para kazanmanın en iyi yollarından biri. Meydanda dolanan kuşlar için ellerinde mısırlar var. Bunları milletin eline doluşturup fotoğraflarını çekiyorlar sonra da 20€ gibi bir ücret istiyolar. Aynını bana da yaptılar. Başta hiç vermemek için diretsemde bizim boyacı tayfalar gibi sesi duyan diğer saz arkadaşlarının da çil yavrusu gibi doluştuğunu görünce adamın avucunu 2-3 € verip kaçtım hemen. Böylelikle ilk badiremizi de atlatmış olduk. 



Galleria Vittoria Emanuele


Trafik yoğunluğu ve kargaşası her ne kadar Türkiye yi andırsa da İtalya da şöyle garip bir farklılık var. Bizde sarı ışığı görmek zordur.  Hatta yayalar için sarı ışık yoktur. (bir çok ülkede de gerçi) Ama İtalyanlar darip bir şekilde sarı ışığa tutulmuşlar. Sönmek bilmez bir sarı ışıkları var. Bekle ha bekle....
 

Castello Sforza Yedi Kule Zindanları sanki. 3 surlu en iç alanı çok küçük bir kale. Örgüsü görüntüsü dışında bir espirisi yok. Ama şöyle bir durumu var; İtalya yı sarmış olan Araplar ve zenciler Dünya modasının en önemli merkezlerinden biri sayılabilecek Milan da kendi mesleklerini oluşturmuşlar. Tüm ünlü markaların neredeyse her modelinin imitasyonu mevcut bu arkadaşlarda. Birde inanılmaz darlıyorlar turistleri. Saçma sapan çantalar, güneş gözlükleri falan kabus gibi. 



Castello Sforza


Milan ın kendi modasından ayrı buraya yerleşen uzak doğulu ve arap arkadaşlarda kendi modalarını oluşturmuşlar. Her yer bol kapşonlu sweatshirtler ve cart pembe yeşil falan ipek çakması naylonlu uzak doğu kumaşları ile dolmuş. 
Neredeyse her yerden insan olmasına karşı neredeyse hiç Türk yok. Sanırım bizim tayfa kendi ülkesine benzeyen yerlere gitmiyor. Nasıl olsa bizde böyleyiz diyerek.  
İtalya nın bir başka garipliği. Kendi otomativ sektörlerine inat arabaların büyük çoğunluğu hatta ticari taksilerin tamamı, otobüsler falan tamamen Wolksvagen, Skoda, Mercedes. 
Kimilerine göre San Siro kimilerine göre Giuseppe Meazza olan Milan stadı. 
Mecburi biletsiz bindiğimiz tramvay ve otobüsler Viyana daki ilk ay korkumuzu aratmadı. Ve sonunda stada giderken yakalandık. Fakat bilet görevlisi görmezden geldi neyse ki ve bi sıkıntı yaşamadan yolumuza devam ettik. 

Eski ve Yeni Milan Tramvayları

San Siro - Giuseppe Meazza


Hep derlerdi, "İtalya da İnter-rail yapıcaksanız yanınızdan su şişesini eksik etmeyin diye. Çok doğruymuş. Hava Nisan ayı olmasına rağmen çok sıcaktı ve her köşe başında sebil çeşmeler var. Şişeyi doldurup doldurup devam ediyosun. =)



Leonardo da Vinci' nin başyapıtlarından biri olan Last Supper (Son Akşam Yemeği) ı görmek için Santa Maria della Grazie kilisesine gittim. Fakat pazartesi günleri kapalıymış. Baktık ki tabloyu göremiycez onun yerine papazla kankaya bağlayalım dedik. =)




Santa Maria della Grazie Kilisesi

Dediğim gibi İtalyanlar çok sıcak insanlar. Bize baya benziyorlar. Medeteran insanı olmak farklı yine. Doğu ve kuzay Avrupanın o soğukluğu yok. Dilini bilmesende onlar da senin konuştuğun dili anlamasada mutlaka bir şekilde senle diyaloğa geçme çabası inanılmaz mutlu ediyor. Bir yol sorduğunda sana anlatamıyorsa kolundan tutup seni götürüyor en kötü ihtimalle. 
Sabah 8 de başlayan gezi gece saat 10:30 gibi biterken artık hostelin yolunu tuttum. Hostelden eşyalarımızı aldık. Soluklanmak için iki dakika otururken hostelin telefonu çaldı ve adam telefonu arkadaşıma uzattı. Arayan abisiymiş. Nasıl bulduysa bulmuş Roma da deprem oldu siz ne durumdasınız diye merak ettik diye aramışlar. Biz dünyadan habersiz gezerken milletin bizi aramaktan aklı çıkmış. Neyse konuştuk fakat ben Roma ya doğru yola çıkıcam ve arkadaşıma ulaşamıyorum. Meraktanlandım bende ama ulaşamadım. Gidip görücez diyerek eşyalarımı alıp çıktım yola. 
Avrupanın en büyük tren garı Stazione Centrale de Milan. Roma ya gitmek için trene bindim. Gece treni ve sabah 8:30 da Roma da olucak. Tren inanılmaz. Napoli treni. Ne kadar sarhoş, ayyaş, hapçı, otçu, kimyasalcı varsa orda. Tren kapkara (her anlamda) mathafaka cılar falan alayı orda. Tırsa tırsa kendime yer ararken bir ara binmekten vazgeçer gibi oldum o sıra tren hareket etti. Neyse en son vagonda kendime bir yer buldum ve oturdum. Pirelli Tower da çalışan bir eleman ev bir kemoterapistle. Daha sonra sürekli karşılaşacağım bilet kontrollerinden ilkini yaşadım. Inter-rail biletimi uzattım. Kalemim olmadığı için tarih yazamadım dedim. Kondüktör ii peki deyip o da yazmadan biletimi bana geri verdi ve Roma ya kadar bedava yolculuk yapmış oldum. =) 


Stazione Centrale F.S. (de Milan)





to be continued...